Ara
Close this search box.

Prenses Mevhibe

Sarı Paşa, Müşhir Kazım Paşa’nın damadı “İsmail Bey’in (Tokgöz) Şişli’deki mekanında verdiği davete katılmış, bir köşede arkadaşları Fethi Okyar, Rauf Orbay ve genç gazeteci Ruşen Eşref ile hararetli bir şekilde konuşuyordu. Hiçbir zaman ümitsiz değildi ancak devamlı bir çıkış yolu arayan kafası son derece yoğundu.

Vatan elden gidiyordu. 1071 Türklerin Anadolu’ya ilk değil, son geliş tarihleriydi. Nitekim seneler sonra Türk Tarih Kurumunu kurarken de, Afet İnan’ın tez yazısının üzerine şu notları almıştı. “Anadolu en az 7000 yıllık Türk beşiğidir”. Oysa şimdi İstanbul ve tüm ülke işgal altındaydı. Padişah’ın aymazlığı ve korkaklığı yüzünden işgal kuvvetleri ellerini kollarını sallayarak gelip, ülkeyi esir almıştı.

Bunları heyecanla anlatırken sadece dostları değil, çevresindekilerin de gözleri onun üzerindeydi. Efsane komutan her zamanki gibi parıldıyordu. Duruşu, bakışı, ses tonu, jilet gibi üniforması, özenle geriye taranmış sarı saçları, parlak ve gür kaşlarının altında insanı esir alan çakmak gözleriyle tam bir ilgi odağıydı. O an kendisi farkında olmasa da onu hayranlıkla izleyen bir çift göz daha vardı.

Hanedan üyesi, Prenses Mevhibe.

Screenshot 2023-06-06 at 9.26.04 PM

Son derece iyi yetişmiş, bilgili, görgülü, eğitimli, üç yabancı dili anadili gibi konuşan, atak, cesur ve olağanüstü güzel bu genç kadın öylesine dalmıştı ki, gözlerini Sarı Paşa’dan alamıyordu.

Bunu gören ev sahibesi Nazire Hanım, Prenses Mevhibe’nin yanına gelip gülümsedi ve “sanırım Mustafa Kemal Paşa’yı tanımıyorsun, gel seni tanıştırayım” dedi.  

Bu hikayenin gerisini Prenses Mevhibe’den dinleyelim. (Sara Ertuğrul Korle, teyzesinin kıymetli anılarını bizzat kaleme almış ve kitap 1996 senesinde yayımlamıştır. Prenses Mevhibe Celalettin’in Anıları, Çağdaş Yayınları)

Takdim merasimi bittikten sonra konuşmaya başladık. Bu genç subayın en dikkat çekici yanı gözleriydi. Bu gözler beni adeta korkutmuştu. İlk düşüncem şu olmuştu: Acaba bu gözlerde gördüğüm zeka ile neler yapacak, nereye kadar yükselecekti? Kim olduğumu anlayınca bana saray hakkında sorular sormaya başladı. Hem cevap veriyor hem de ne tuhaf adam, niçin sarayla bu kadar ilgili diye düşünüyordum. O sırada yanımıza samimi aile dostlarımızdan Ruşen Eşref geldi. Böyle baş başa konuştuğumuzu görünce “dostluk ilerlemiş gibi görüyorum, arkadaş oldunuz galiba” dedi.

Sarı Paşa yanıtladı. “Hanımefendi ile iyi dost olacağımızı anladım, kendileri çok zekiler” dedi.

Bu sözleri beni şaşırtmıştı. Dayanamadım ve “aman efendim ne tuhaf, ben de sizin için aynı şeyleri düşünüyordum, gözlerinizde parlayan zeka korkunç” dedim ve gülüştük.

Güzel sohbet gecenin geç saatlerine kadar devam etti. Neredeyse sabah olacaktı, herkes dağılmaya başlamıştı. Paşa Prensese baktı ve “sizi kim götürecek, eviniz uzakta mı?” diye sordu.

Uzak değil esasen uşağım beni bekliyor diye cevapladım.

“Olmaz, olmaz” diyerek yaverine döndü ve “hadi Cevat, Prensesi evine götürelim” dedi.

Yanımızda Fethi Okyar ve Rauf Orbay Bey’lerle tam dışarı çıkmıştık ki arkadan “bizi de bekleyin” diye seslenen Ruşen Eşref ve eşinin seslerini duyduk. Hep beraber neşe içinde konuşup sohbet ederek yürüdük ve Paşa’nın Şişli’deki evinin önüne kadar geldik. Tam bu sırada Ruşen Bey “Paşam siz zahmet buyurmayın, biz nasıl olsa o tarafa gidiyoruz, kendilerini bırakırız” dedi. Mustafa Kemal Paşa hakkında hiçbir fikrim olmadığı gibi, nerede oturduğunu da bilmiyordum. Demek burası eviymiş diye düşünürken Paşa “hayır, hayır, olmaz. Hep beraber gideriz” dedi ve evine girmeden bizlerle beraber Nişantaşı’na kadar geldi.

Kapıma kadar geldikten sonra onları içeri davet etmemek çok ayıp olacaktı, “buyurmaz mısınız” dedim. Fethi Bey ve Rauf Bey saatin çok geç olduğunu söyleyerek müsaade istediler. Mustafa Kemal Paşa, Cevat Bey, Ruşen Eşref ve eşi Saliha ise davetimi kabul ederek yukarı çıktılar. Uyku sersemi yatağından fırlayan hizmetçim Madam Blanch, alelacele üzerine bir şey geçirmiş misafirlere ikram edecek ne var diye düşünüyordu.

Oturup sohbete devam ettik. Daha doğrusu Paşa konuşuyor biz dinliyorduk. Memleketin bu karanlık günlerinde paşanın sözleri yaralarıma merhem oluyor, içimizi biraz olsun ferahlatıyordu.

 Şafak sökerken veda edip gittiler. Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri hala kulaklarımdaydı.

Şimdiye kadar bu çapta bu kadar zeki, kendinden emin, uzağı görebilen bir insanla karşılaşmamıştım. Gün ağarıncaya kadar yatağıma yatamadım. Bir koltukta oturup, bu gece konuşulanları uzun uzun düşündüm.

***

Prenses Mevhibe hem Paşa’dan hoşlanmış, hem de kadınlık gururu okşanmıştı. Artık dost ziyaretleri ve sofralarda sık sık buluşuyorlar hatta Prenses, Paşa’nın Şişli’deki evine uğruyor, bazen vatanseverlerle yapılan toplantılara da katılıyordu.

Şimdi diyeceksiniz ki, bir hanedan üyesi Prenses ile ülke ve gidişat hakkında keskin fikirleri olan

Mustafa Kemal Paşa nasıl dost olabiliyorlar, bu sadece duygusallıkla açıklanabilecek bir ilişki midir?

O halde açıklayalım.

1789 Fransız ihtilali’nin getirdiği özgürlük ve milliyetçilik akımları, Avrupa’da ve Osmanlı topraklarında, özellikle de Balkanlar’ı kasıp kavuruyordu. Bu dönem, İstanbul’da “Yeni Osmanlılar” derneğinin kurulduğu, Namık Kemal, Şinasi, Mithat Paşa, Ziya Paşa gibi isimlerin vatan, millet, hürriyet gibi kavramları ortaya attıkları bir dönemdi.

Screenshot 2023-06-06 at 9.26.21 PM

Abdülhamit Padişah olunca verdiği sözü tutarak Mithat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Mithat Paşa’da Kanuni Esasi, yani ilk Türk Anayasasını hazırladı. 23 Aralık 1876’da tarihte ilk anayasalı devlet yönetimi, I. Meşrutiyet dönemi başladı. Mithat Paşa’nın en yakını sayılabilecek, ilerici fikirleri ve Anayasa Komisyonu’daki konumuyla da en büyük destekçilerinden biri olan Damat Mahmud Celalettin Paşa’dır.

Kimdir Mahmud Celalettin Paşa?

Screenshot 2023-06-06 at 9.26.30 PM

Padişah Abdülhamit’in kızkardeşi Cemile Sultan’ın kocasıdır. Prenses Mevhibe’nin de dedesi.

Hikaye bundan sonra oldukça hüzünlü hale gelecekti.

Abdülhamit yerini sağlamlaştırdıktan sonra ilk iş, herkese umut olan ve seçimle gelen meclisi dağıttı. Sadrazam Mithat Paşa başta olmak üzere hürriyet ve meşruiyet yanlılarını susturmaya, İstanbul’dan uzaklaştırmaya ve gerekirse satın alarak yanına çekmeye başladı. Bunu baskıcı ve jurnalci bir mutlakiyet takip etti. Mithat Paşa’yı mahkemede yargılayıp Taif zindanlarına sürdü. 1884 senesinde ise onu zindanda boğdurtarak öldürtdü. Taif’e sürülerek aynı Mithat Paşa gibi boğdurulan birisi daha vardı.

Mithat Paşa’nın dava arkadaşı, Cemile Sultan’ın kocası Damat Mahmud Celalettin.

Bu acı olaydan sonra Cemile Sultan Abdülhamit’i hiç affetmedi. Bir daha da saraya ayak basmadı. Prenses Mevhibe, artık bu gerçeklerle, yaşamını Padişah’a karşı babaannesi ile beraber özgürlükler için mücadele eden genç Osmanlıların yanında sürdürecekti.

Daha sonra Abdülhamit’in tahttan indirilişine de şahit olan Prenses Mevhibe’nin ömrü yurt dışında sürgünde geçmiş, ancak Balkan savaşı sonrası tekrar İstanbul’a dönebilmişti.

İşte böylesi bir yaşamdan gelen Prenses Mevhibe ile Mustafa Kemal’in anlaşmaları pek de zor olmamıştı. Bakın Prenses o günleri nasıl anlatıyor.

Screenshot 2023-06-06 at 9.26.12 PM

“Gün geçtikçe vaziyet kötüleşiyordu. Sokaklar türlü askerlerle doluydu. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Senegalliler, Hintliler, mağrur ve küstah, sokaklarımızda dolaşıyor, türlü rezaletler yapıyorlardı. Her gün yeni bir olay duyuluyordu. Falan yerde bir kadına saldırılmış, filan yerde adam öldürülmüş, bütün memleketi bir yas havası bürümüştü. Durumun ağırlığı karşısında hükümetin hiçbir harekete geçmemesi, düşmanların her söylediğini kabul etmesi her Türk gibi benim de ağırıma gidiyordu.”

Böylesi bir ortamda, akılları, fikirleri, hayata bakışları pek de uzak olmayan Prenses Mevhibe ve Mustafa Kemal Paşa dostluğu gittikçe kuvvetlenerek ilerliyordu.

Hatta bu güven ve dostluk öyle bir duruma gelmişti ki, artık hemen her konuyu açıkça aralarında konuşabiliyor, tartışabiliyorlardı.

Yine karanlık bir gündü. Prenses Mevhibe Atatürk’ü Şişli’deki evinde ziyaret etmişti. Mustafa Kemal oldukça düşünceli görünüyordu. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Sonra o çelik gözleriyle Prenses’e baktı ve “benim için bir şey yapmanı istiyorum” dedi.

“Sana bir görev vereceğim!”

 

Devam edecek…

 

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

2 yanıt

  1. Sevgili Kaya,
    Seni kutluyorum…çok ilginç ve hüzün dolu bir anı…Devamını okumak için sabırsızla bekliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir