Ara
Close this search box.

Anneler Günü Anısına ‘’Zübeyde’’

On binlerce şehit kanıyla sulanan Çanakkale geçilememişti ama düşman şimdi tek bir kurşun sıkmadan gelmiş, İstanbul’u teslim almıştı.

İstanbul’da artık İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan bayrakları dalgalanmaktaydı.

Ülke paylaşılıp, hain padişah düşmanın kuklası durumundayken,

Alman hayranı sadrazamın yerini de, bir İngiliz hayranı olan, diğer bütün hainleri mumla aratacak bir başka hain almıştı.

Damat Ferit!

15 Mayıs 1919.

Artık hiç bir çıkış yolu kalmamıştı.

Ümidini, umudunu hiç bir zaman kaybetmeyen Sarı Paşa, bir mucizeyi gerçekleştirmek için, boynunda idam fermanıyla bilinmeyene doğru yelken açmak üzere hazırlıklarını tamamlamıştı.

Aklında güzel Selanik,  ve o güzelim şehri tek bir kurşun bile sıkmadan düşmana bırakanlar vardı. Artık her şeyi göze almıştı Sarı Paşa. Çünkü o, esir yaşamaktansa, onuruyla çarpışıp, özgür ölmeyi tercih edenlerdendi.

Yola çıkmak için artık her şey hazırdı. Şimdi yapması gereken tek şey anacığı Zübeyde Hanım ile konuşmak, onunla bir kez daha vedalaşmaktı. Zaten bütün ömürleri böyle geçmemiş miydi?

Bu düşüncelerle geldi eve. Oldukça geç saatte, yorgun ve düşünceli bir şekilde çaldı kapıyı. Kapıda onu karşılayan kızkardeşi Makbule, onun çatık kaşlarını görünce bir terslik olduğunu düşünmüştü.

“Makbuş” dedi, “annemin karyolasının önüne bir yer sofrası kur, sizinle biraz dertleşmek istiyorum.”

Sofrayı hazırladılar ve Sarı Paşa içeri girdi. Üniforması hala üzerindeydi.

Hemen gitti ve annesinin elini öptü.

Zübeyde Hanım anlamıştı, yine ayrılık vardı kaderde.

Sarı Paşa’da lafı hiç uzatmazdı zaten, “ben gidiyorum” dedi. “Buraların da Selanik olma ihtimali vardır, giderken gözüm arkada kalmasın, memleket için uğraşırken sizden yana bir üzüntüye düşmek istemem.”

Demesiyle beraber yüreğini tuttu anacığı Zübeyde, fenalaşmış, rengi soluvermişti.

Sabaha kadar uyku uyuyamadı, anayüreği daralmış, sıkışmıştı. Sabahı zor etti.

Screenshot 2023-05-06 at 12.07.44 PM

Ayrılık zamanı geldiğinde, Sarı Paşa’nın evlatlıklarından biri olan Abdürrahim, onun arkasından su dökerken kızkardeşi Makbule içini çeke çeke ağlıyordu. Zübeyde Hanım ise tüm dirayetiyle ayakta, “sus” dedi Makbule’ye. “Sen asker kardeşisin, ayıp, memleket için giden adam ölse bile ağlanmaz, koş misafirlere şerbet ez!”

Tekrar baktı “Mıstafa’sına, kolunda kalan son üç bileziği çıkarır uzattı, “al bunları” dedi, Sarı Paşa’sına, “lazım olur.”

Zordur asker anası olmak.

Mıstafa’sından önce doğan iki oğlu, Ahmet ve Ömer toprak olmuşlardı. Bu yüzden de Sarı Paşa’sının asker olmasını istemezdi önceleri. Onu da kaybetmekten korkardı. Hep ayrılık vardı kaderlerinde.

Bir sonra ki ayrılışları da yine böyleydi.

Yıl 1922.

Ağustos sıcağında Ankara.

“Ya İstiklal Ya Ölüm” zamanıydı. Fevzi Çakmak Paşa’nın taktığı isimle, “Kurt Kapanı” planı  başlamak üzereydi. Son derece gizli bir şekilde yürütülen harekat zamanı nihayet gelmişti. Kimsenin aklına gelmeyecek bir şekilde hazırlıklar yapılmış ve geri sayım başlamıştı.

Annesinin yanına geldi Sarı Paşa, sarılıp, kokladı, elini öptü. Anası da onun avcunun içini öptü, biliyordu yine bir ayrılık olacaktı.

Screenshot 2023-05-06 at 12.07.49 PM

Ana ben göreve gidiyorum dedi. “Nereye gidiyorsun” diye soran annesine “bir çay ziyafetine” diye cevap verdi Sarı Paşa. Zübeyde Hanım onun gözlerine baktı, sonra da üniforması ve  çizmelerine. Akıllı bir kadındı ve bu ne ilk ne de son ayrılışları olacaktı. Derin bir nefes alıp “bu çay ziyafeti filan değil” dedi. Sarı Paşa yine sarıldı annesine, onu biraz yatıştırıp ayrıldı yanından.

Zübeyde Hanım ertesi günü zor etmişti yine. İlk iş bölge komutanına telefon ederek, oğlunun nerede olduğunu sordu. Komutan da “çay ziyafetinde” şeklinde cevap verdi.

“Hayır” dedi Zübeyde Hanım, sessizce gözyaşlarını silerek. “Ben biliyorum nereye gittiğini”.

Bir mektup yazdı oğluna. “Oğlum” dedi, “bekledim seni. Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye gittiğini biliyorum ben. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim. Savaşı kazanmadan sakın gelme.” Yaşlı gözlerini silerek yazdığı mektubu Ali Fuat Paşa’ya verdi.

Zaman akıp geçmişti.

Sarı Paşa annesinin dileğini yerine getirmiş, savaşı kazanmış, düşmanı denize dökmüştü. Kavuşmuşlardı yine. Kavuşmuşlardı ama artık çok hastaydı annesi.

Serin bir Ankara gecesiydi.

Salih Bozok, uzun ve yorucu bir gün sonrası eve dönmüş ve kendisini külçe gibi yatağa atmıs, attığı gibi de uyumaya başlamıştı. Daha yeni uykuya dalmışken acı acı telefon çaldı.

Sarı Paşa’dı arayan, “Salih, uyuyor muydun” dedikten sonra, “giyin, gel hemen” dedi.

Sesi endişeliydi.  Bozok derhal kalkıp giyindi ve doğruca köşke gitti. Hikayenin gerisini de, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşı ve başyaveri Salih Bozok’tan dinleyelim.

İçeri girdiğinde Sarı Paşa ayaktadır, huzursuzdur. “Salih, validem İzmir’e gitmek istiyor. Ne doktorları ne de beni dinliyor. Ölürsem İzmir’de öleyim, diyerek yatağından kalkıp çarşafını dahi giymiştir. Hemen şimdi İzmir’e gideceğiz, emir verdim. Bir özel tren hazırlanıyor. Sen de ona göre hazırlanarak annemle birlikte İzmir’e gideceksin. Yalnız şunu da söyleyeyim ki, eğer annem yolda ölürse” der ve duraksar, sonra nefeslenip devam eder. “Ankara’ya yakın iseniz buraya gelirsin. İzmir’e yakın iseniz orada, benim her zaman ziyaret edebileceğim bir yere gömersiniz.”

Anlatmaya devam eder Bozok. “Paşa’nın bu emirleri üzerine eve geldim. Hazırlığımı tamamladım. Ve yine Paşa’nın izinleriyle eşimi de beraber alarak İzmir’e geldik. Ankara’dan hareketimizden önce Latife Hanım’a da telgrafla haber verilmiş olduğundan, tren Karşıyaka İstasyonu’na geldiği zaman Latife Hanım’ı istasyonda bizi bekler bulduk. Kendisini Paşa Hazretleri’nin anneleriyle tanıştırdığım gibi, eşimi de Latife Hanımefendi’ye takdim ettim. Hastamızı trenden alıp, daha önce hazırlanmış olan ve istasyonun yakınında bulunan köşke taşıdık. Ankara’dan beraber geldiğimiz doktorla eşim ve benden başka Latife Hanım da köşkte hastanın yanında kaldılar. Ölümlerine dek yanlarından ayrılmayarak, hastaya, bir hastabakıcıdan çok bir itina ve özenle baktılar. Gazi Paşa’ya her akşam annelerinin hastalıkları hakkında bilgi verirken Latife Hanım’ın hastaya karşı yaptığı hizmetleri de bildirmekteydim.”

Bu arada, Gazi’nin kadim dostu ve arkadaşı Kılıç Ali’nin söyledikleri oldukça şaşırtıcıdır. “Zübeyde Hanım’ı tedavi eden doktorlar, onun deniz kenarında bir yerde dinlenmesini gerekli görmüşlerdi. Bunun için en elverişli yer İzmir’di ve doktorların da önerisiyle Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gönderilmesine karar verildi. Bu seyahat, ona gelinini görme fırsatı da verecekti. Zübeyde Hanım bu nedenle, İzmir’e gideceği için çok memnundu. Kendilerini tedavi eden Doktor Yüzbaşı Asım Bey ile birlikte hemen İzmir’e hareket etti. Gazi, Başyaveri Salih Bey’le eşleri Pakize Hanım’ı bu seyahatte annesinin yanında gitmelerine izin vermişlerdi.

Latife Hanım kendilerini Karşıyaka’da karşılamış, oradan doğruca Göztepe’deki köşklerine götürerek konuk etmişlerdi. Zübeyde Hanım oldukça zeki, iyi görüşlü, temiz kalpli bir Türk kadını idi. Karşıyaka’da Latife Hanım’ı gördükten ve kendisi ile birkaç gün temas ettikten sonra Başyaver Salih Bey’i gizlice yanına çağırmış, yavaşçacık, “Salih” demişti. “Benim gördüğüme göre bu kızcağız ile oğlum mutlu olamazlar. Derhal beni geriye götür. Mıstafa’mı bu işten vazgeçirteyim.”

Screenshot 2023-05-06 at 12.10.27 PM

Çok arzu etmesine karşın Zübeyde Hanım’ın bu isteğinin yerine getirilemedi.  Ankara, İzmir yolculuğunun yorgunluğu da eklendiği için, Zübeyde Hanım’ın hastalıkları şiddetlenmiş, kısa süre sonra da İzmir’de gözlerini yummuştu. Bu telaş ve üzüntü içinde Bozok, Zübeyde Hanım’ın görüş ve arzularını Gazi’ye iletmemişti.

Salih Bozok, Zübeyde Hanım’ın vasiyetini ancak Latife Hanım ile evlendikten sonra iletebilmiş, Gazi de yapılan bu gizlemeye gülüp geçmişti. Gazi’nin Emir Çavuşu Ali Metin’in de bu konuyla ilgili son derece ilginç anıları var.

“Gazi, annelerini Latife Hanım’ı görüp nişan takması için gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra beni de yanlarına katarak İzmir’e gönderdiler. İzmir halkı Zübeyde Hanım’ı çok iyi karşıladı, yakınlık gösterdi. Zübeyde Hanım dizlerinden rahatsızdı. Çok zor yürüdüğünden hasır koltukla taşınıyordu. Zübeyde Hanım, ilk ziyaretine gelen İzmirlileri vagonunda kabul etti. Gelen ziyaretçilerin çokluğundan Zübeyde Hanım çok yorulmuştu. Çevreyi göremez durumda idi. Bu arada Latife Hanım’ı da tanıyamamıştı. Meraklandığını anlıyordum. Bir ara vagonda birkaç hanım kalmıştı. Zübeyde Hanım bu durumu fırsat bilerek oturan konuklara bir sorun için yalnız kalmak istediğini bildirdi.

Vagon boşaltıldı. Ben de dışarıya çıkıp Latife Hanım’ın Zübeyde Hanım’a su getirmesini temin ettim. Latife Hanım’ın getirdiği suyu içen Zübeyde Hanım, Latife Hanım’ı yukarıdan aşağı iyice süzdükten sonra bardağı verdi. Latife Hanım dışarıya çıktı. Zübeyde Hanım bana “Ali, bu hanım Mıstafa’mı mutlu edebilir mi acaba?” diye endişesini belirtmişti.”

Zübeyde Hanım’ın 14 Ocak 1923’te hayata gözlerini yumdu.

Screenshot 2023-05-06 at 12.08.07 PM

Sarı Paşa acı haberi aldığında Eskişehir’deydi. Annesinin mezarına ancak onun ölümünden 13 gün sonra gidebilmişti.

Bu arada şunu da ekleyeyim. Sarı Paşa çok sevdiklerini kaybettiğinde toprağa verilirken, yaşadığı acıyla orada olamazdı. Ancak aradan biraz zaman geçtikten sonra kabirlerini ziyaret edebilirdi. Göstermek istemediği çok kırılgan, çok hassas yüzüydü bu onun. Annesinin mezarı başına da ancak 27 Ocak 1922 günü gelebilmişti. Burada yaptığı duygu yüklü konuşmayı kaydeden yine Başyaveri  Salih Bozok’tur.

“Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in

kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.

Screenshot 2023-05-06 at 12.08.12 PM

Abdülhamit devrindeydi, 1904 tarihinde askeri okuldan henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım, hayata değil, zindana rastladı! Gerçekten beni bir gün aldılar ve baskı yönetiminin zindanlarına koydular. Annem bundan, ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi.

Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisi ile ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı yönetiminin hafiyeleri, casusları, cellâtları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan

beni takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken,

benimle görüşmesi yasaklanmış olan annem, gözyaşları ile Sirkeci rıhtımında acı ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Zindanda geçirdiğim senelerde annemin hayatı, ıstırap ve gözyaşları içinde geçmiştir.

Başka bir nokta daha!

Ateşkes zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi hasta bir halde İstanbul’da terk etmek zorunda kalmıştım. Annemin yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu.

Ondan sonra bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların sürekli baskısı ve işkencesi altında kalmıştı.

Evi çeşitli sebep ve bahanelerle basılır, aranır, kendisi rahatsız edilirdi.

Annem üç, beş senenin gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonuç olarak annem manen yaşıyordu. Annemin ölümünden şüphesiz ki çok üzgünüm. Ama benim bu acımı yok eden bir avuntum var. Vatanı yoksulluğa sürükleyen idarenin artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde, ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir.

Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.”

Sahip olduğumuz her şeyi bize bağışlayan Sarı Paşam ve çilekeş anası Zübeyde Hanım, ruhunuz şad olsun, huzur içinde uyuyun.

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir