Ara
Close this search box.

İZMİR’E YAPILAN BÜYÜK HAKSIZLIK 1. Bölüm

Ama yapılan haksızlık sadece İzmir şehrimize değil.

Şeref lakaplı Yüzbaşı Şerafeddin ve silah arkadaşlarına yapılan haksızlık.

Soyadı kanunuyla beraber Atatürk’ün verdiği soyadını kullanan Şerafeddin İzmir.

Screen Shot 2020-06-07 at 3.17.27 PM

Hikayemize başlayalım.

Çanakkale’yi geçemeyen düşman, kendisinden başkasını düşünmeyen bir hain Padişah sayesinde ellerini kollarını sallayarak İstanbul’a girmiş, gemiler toplarını Dolmabahçe’ye çevirmişti.

Çakmak gözlü Sarı Paşa “geldikleri gibi giderler” derken içi yanıyordu. 1453’den beri sahip olduğumuz göz bebeğimiz İstanbul’u kaybetmiştik. Milli mücadele için Samsun’a doğru yola çıkan Mustafa Kemal daha ayaklarını toprağa sürmeden bir başka acı haber gelmişti.

İzmir.

Düşman, güzel İzmir’e çıkmıştı.

İlk kurşunu atan Hasan Tahsin şehit olmuştu. Şımarık Yunan askeri halka kan kusturuyordu. Amaç İzmir’in Türk nüfusunu tamamen yok etmekti.

İzmir ise direnmeye kararlıydı.

Düzenli organize edilmiş bir mücadele yoktu ama halk tüm zorluklara, işkencelere, tehdit ve ölümlere rağmen İzmir halkı evlerini terk etmiyordu.

Bu arada Yunan ordusu başta İngilizler olmak üzere aldıkları büyük destekle Anadolu’nun içine doğru yürümeye başlamışlardı. Padişah ve ondan da hain olan damadı Ferit, İngiliz parasıyla ordu kurup milli mücadeleye katılanlara saldırdıkları gibi, şeyhülislam’dan fetva alarak Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının katli vaciptir diyor, bu da yetmezmiş gibi fetvayı yazılı olarak çoğaltıp İngiliz uçakları ile Anadolu üzerinde havadan atarak dağıtıyorlardı.

“Fazla dayanamaz daha düzenli bir orduları bile yok bu Türklerin” diyenler peşi sıra I. İnönü, II. İnönü ve Sakarya savaşları ile yenilgiye uğramış ve daha fazla ilerleyemez duruma gerlmişlerdi. Artık Türklerin 1699’dan beri süregelen geri çekilmesi son bulmuş, düşman Polatlı’da durdurulmuş ve yıpratılmıştı.

Üç Kılıç

Ankara’nın düşmana ve hain Padişah’a kafa tutarak çok kışa bir zaman içerisinde meclis kurması, ordu kurması, sınırsız destek içinde olan düşman ordularını peşi sıra yenilgiye uğratmaları başta İngilizlerin sinirlerini laçka ederken, Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar, düşman çizmelerinin zulmü içinde kıvranan ülkelere de ümit olmuştu.

1922 yılının Ocak ayı.

Soğuk bir Ankara sabahıydı.

Buhara’dan bir heyet geldi. Heyecan içindeydiler. Gözleri ümit ve gurur doluydu. Türklerin başarısı diğer ülkelere de örnek olacaktı.

Sakarya zaferini kutladılar ve Ak sakallı Heyet Başkanı Mustafa Kemal’e, Buhara halkı adına bir hediye vermek istediklerini söylediler.

Kilime sarılı üzeri motiflerle süslü sanduka açıldı ve içinden birbirinin aynı ve son derece ince işçilikle yapılmış olan 3 kılıç çıktı.

Heyet, Buhara halkı adına 3 değerli kılıç getirmişti.

Kılıçlardan biri Başkomutan Mustafa Kemal’e verildi, İkinci kılıç ise zaferin önemli isimlerinden İsmet Paşa’ya takdim edildi.

Üçüncü kılıç kime verilecek diye beklenirken Heyet Başkanı durdu. Çakmak gözlü Sarı Paşa’ya baktı.

“Bu kılıcı” dedi, “İzmir’e ilk giren komutana vermenizi istirham ediyoruz”.

Bazıları bu kılıca “Kızıl Elma” dediler.

Çünkü İzmir, sadece Türklerin değil, Türkleri destekleyen herkesin muradı, herkesin rüyasıydı.

Bu haber ordu içinde hızla kulaktan kulağa yayıldı.

Üçüncü kılıç ve İzmir rüyası, herkesin rüyasıydı artık.

 

1922 senesinin 7 Ağustos günü Ali Kemal’in, Mustafa Kemal Paşa ve milli mücadeleye katılanlara hakaretler yağdırdığı yazısı İstanbul’da elden ele dolaşırken Vahdettin, Sir Harold Rumbold’dan isyancı millicileri bastırmak için İngiltere’den yardım istemekle meşguldu. Rumbold kendinden başka kimseyi düşünmeyen Vahdettin ile aralarında geçen konuşmayı Lord Curzon’a aktarırken duyduklarına kendisi bile inanamıyordu.

İşte İstanbul’da bunlar olurken Ankara taraflarında hummalı ve son derece gizli çalışmalar devam ediyordu. Ordunun gizlice sevk edileceği güzergah üzerindeki köyler boşaltılıyor, köprüler onarılıyor, yollar genişletiliyor, çalışma yapılan yerlerde izler siliniyordu.

İsmet Paşa 13 Ağustos’da gizlilik içinde ilk emrini verdi. Birlikler kaydırılmaya başlanacak, bunun anlaşılmaması için çadırlar sökülmeyecek, az sayıda er geride kalarak sanki birlik oradan ayrılmamış gibi günlük hareketlerine devam edecek, bazı birlikler düşmanı aldatmak için aksi yönde yürütülüp gece tekrar yerlerine dönecekti.

20 Ağustos akşamı, saat 23:00. İkinci Kolordu ile taaruz’da çok önemli bir rol oynayacak Süvari Kolordusu komutanları da Başkomutan’ın karşısındaydı. An itibariyle imkansız denilen tam elli bin kişilik bir ordu kimsenin ruhu bile duymadan güneye kaydırılmıştı. Çakmak gözlü Paşa taaruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde bir kez daha ayrıntılı olarak anlattı ve Asım Gündüz’e döndü. “25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilecek. Limanlara giriş, çıkışlar, İstanbul, İzmit arası kara ve demiryolu ulaşımı kesilecek. Yani biz işi bitirene kadar dünyanın Anadolu’dan haberi olmayacak. Yeteri kadar uçağımız var, çocuklar düşmanın hava keşfi yapmalarını önlesinler”.

Sonra İsmet Paşa’ya döndü.

“Ordulara yazılı emri geçiniz, 26 Ağustos Cumartesi sabahı düşmana taaruz edeceğiz”.

Tam tamına 300 yıldır duyulmamış bir emirdi bu.

Ayağa kalkmasıyla beraber herkes gözleri yaşlı bir şekilde esas duruşa geçti.

“Paşalar” dedi, “gazamız mübarek olsun”!

Ne İngiliz ne Yunan ne de bir başka devlet.

Hiç kimse Türklerin bırakın hucuma geçeceğini, bu gidişata dayanıp daha fazla ayakta durabileceklerini bile düşünmüyordu.

Başkomutan Akşehir’de eski bir Rum evinde kalıyordu. Sabah erken kalktı, traş oldu, aşağıya indi. Ali Metin Çavuş kahvesini getirirken Mahmut, Salih ve Muzaffer onu bekliyorlardı. Tümen komutanlarına taaruz emrinin birliklere söylenmesi emrini verdi. Sessiz bir çığlık nasıl olabilirse işte öyle bir coşkuyla karşılandı emir. Sessiz ama düğüne gider gibi bir hazırlık vardı. Konuşmak değil, hapşırmak bile yasaktı.

Süvari Kolordusu düşman cephesi yarılınca Sincanlı ovasına, düşmanın arkasına sarkacaktı. Tabii bunun için cephenin yarılmasını beklemeleri gerekiyordu. Fahrettin Paşa düşündü. Ya daha önce yapabilseler bu işi? Düşman savaş sırasında kendi sırtlarında koşturan süvari birliklerini gördüklerinde nasıl bir panik yaşar, ya da cephe zaten yarılmış diye düşünmezler miydi? Tek yol bölgeyi çok iyi bilen 6. Tümen’in akıncıları ile konuşmaktı. Güzergah dağ yolundaydı. O kadar sarp, dağlık, kayalık ve orman içindeydi ki, sadece tek kişilik bir patika yol vardı. Yunan ordusu geceleri buradan geçmek imkansız olduğundan nöbetçi bırakma ihtiyacı bile hissetmiyorlardı. Gözü kara ordu komutanı ile Fahrettin Paşa heyecanla bakıştılar.

Sabah Sincanlı Ovası’nda olabilmek için koca kolordu bir ip gibi dizildi öncülerin ardına. Zifiri karanlıkta bu yolu geçeceklerdi.

Alay sabah sancak açacak mıydı gerçekten? Askerlerin aklında bu soru vardı.

Screen Shot 2020-07-02 at 8.33.22 PMScreen Shot 2019-06-21 at 10.57.25 AM

Sıcak yemek verildi askere. Güneş batarken hummalı sessiz hazırlıklar devam ediyordu. Tabur, tabur namazlar kılındı. Askerler memleketlerinden gelmiş yavuklunun yemenisinden, sigara tabakalarına, işlemeli mendillerden değerli eşyalarına kadar eşyalarını bölük eminine teslim etmeye başladılar. Dargınlar barıştı, herkes helalleşti, sarıldı. Silah kuşanıp düzene girdiler. Sallanıp ses çıkaracak ne varsa sıkıca bağladılar. Taaruz mevzilerine doğru sessiz bir yürüyüş başladı.

Gökyüzünde üç günlük bir hilal vardı. Yaşlılar bunu zafere yordular.

Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa saat 03:30’da at bindiler. Sisli, serin ve karanlık bir Ağustos akşamıydı. Kocatepe’ye doğru sürdüler atlarını.

Saat 05;30’da dağlar, ovalar görünmeye başlamıştı ki zevk narası gibi bir emir duyuldu. “Ateş!..”

Peşi sıra bir cehennem ateşi başladı.

 

Devam edecek…

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir