Ara
Close this search box.

Yeni Baştan

Geçtiğimiz aylarda Mustafa Kemal’in Çanakkale sonrası nasıl ve nerede Paşalık rütbesine eriştiğini Bitlis, Muş, Van, Siirt, Bingöl ve Çapakçur dahil olmak üzere tüm bölgeyi Ruslardan söküp alarak düşmanı Kars’a kadar nasıl kovaladığını anlatmıştık. Rus ordusu panik halinde dağınık olarak kaçarken de Bağdat’ın düşmesi ve Mustafa Kemal’in İstanbul’a davet edilmesiyle beraber, Osmanlı siyasetine yön veren Enver, Talat ve Cemal Paşa üçlüsünün akıllara durgunluk veren kararlarını irdeledik.

Alman komutasında Türk ordusunu Bağdat ve Kudüs’e sürerek tekrar fetih hayalleri kuran Enver Paşa’ya karşı çıkarak bunun bir intihar olacağını söyleyen tek kişi Mustafa Kemal Paşa’ydı.

Onu bu fikrinden Almanların döndürebileceğini düşünen Enver Paşa’nın, Mustafa Kemal’i veliaht Vahdettin ile Almanya’ya göndermesi de bu yüzdendi. Bu seyahat ile ilgili anıları anlatmıştık ancak Mustafa Kemal’in her şeye yeniden başlamasına sebep olan kısmına değinmemiştik.

***

Seyahat artık sona ermek üzeredir. Mustafa Kemal Paşa Vahdettin’e olan bitenleri anlatmakta, ona nasıl davranması ve neler sorması gerektiği konusunda telkinlerde bulunmakta, Vahdettin de bu tavsiyeleri dinlemekteydi.

Gezi sırasında,  Atatürk’ün hal ve hareketlerini inceleyen, Vahdettin ve heyet üzerindeki ağırlığını gören bir Alman Kolordu Komutanı oldukça meraklanır. Kimdir bu keskin bakışlı subay?

Alman Kolordu Komutanı Atatürk’e yaklaşır ve “siz Veliaht’ın yaveri misiniz?” diye sorar.

“Hayır” der çakmak gözlü.

“O halde, ne münasebetle refakatte bulunuyorsunuz?”

Gayet kendinden emin bir şekilde “böyle bir vazife aldığım için” der.

Alman komutan daha da meraklanmıştır, “askeri vaziyetlerden çok iyi anlıyorsunuz. Türkiye’de herhangi bir kuvvete kumanda ettiniz mi?”

Atatürk’ün Türkiye’de tümen, kolordu ve ordu komutanlıklarında bulunan ve Çanakkale’nin efsane komutanı olduğunu öğrenen Alman Generali hayretler içinde kalır, utanır. “Affedersiniz” der, “biz şimdiye kadar size yanlış hitap ediyormuşuz.

Siz Ekselans’sınız!”

 

Alsas’ta Vali’nin evine yemeğe davet edilirler. Vahdettin ile Vali bir masada oturup konuşurlarken Vali, Vahdettin’e Ermeniler ile ilgili bir soru sorar. Vahdettin bazı cevaplar verdikten sonra Atatürk’ü yanına çağırarak Valiye “cephelerde bulunmuş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır; isterseniz onu da dinleyiniz!” der.

Vali konuşmaya başlar. Atatürk hayretler içerisindedir çünkü Vali, düşmanla birlik olarak en başta da kendilerine katılmayan soydaşlarına zülmeden, sivilleri öldüren katliamlar yapan, vatandaşı oldukları devlete baş kaldıran ve sivilleri, çoluk çocuk demeden katleden Ermeni çeteleri övmüş, Ermenilere karşı yapılan tecavüz ve kötülüklerin anlatmaya koyulmuştur. Atatürk sinirlenir, Almanya’nın misafiri olan dost ve müttefik bir devletin yarın padişah olacak Veliaht ve heyetine bunları anlatan Vali’nin sözünü keser ve “Türkiye’nin Veliaht’ı ile Almanya’nın önemli bir bölgesinde kıymetli olduğuna şüphe etmediğim bir valinin bulabildiği söyleşi konusu beni hayrete düşürdü” der.  “Öncelikle şunu anlamak istiyorum, müttefikiniz olan ve bu birliktelik uğrunda maddi ve manevi durumunu mahveden Türkiye’ye karşı, tarihin bilmem hangi devrinde var olduğunu iddia eden ve bu iddiayı ihya etmek için dünyayı iğfale çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri size nereden geliyor? Vali Hazretleri, biz, cephelerde dolaşan bir heyetiz, buraya Ermeni meselesini konuşmak için değil, fakat müttefikimiz olan ve kendisine güvendiğimiz Alman ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik, anladık, yeteri kadar anlamış olarak ülkemize dönüyoruz.”

Vali’nin sesi kesilmiştir. Başka bir şey söylemeye de cesaret edemez, konu kapanır. Paşa Vali’ye haddini gayet diplomatik bir şekilde bildirmiştir.

Bu tatsızlığın peşinden, program dahilinde, o zamanların en meşhur fabrikası olan Krup gezilecektir. Gezi sonrası fabrika sahibinin muhteşem şatosunda bir akşam yemeğine davet edilirler. Nihayet Berlin’e dönülür ve İmparator’ un misafiri olarak Adlon Otelinde ağırlanırlar. Vahdettin, burada basın toplantıları düzenler. Atatürk’ün gezi boyunca kendisine telkin ettiği fikirlerden ilham alarak konuşur. Bu, Atatürk’ü sevindirir. Bir toplantı sonunda yalnız kaldıklarında Vahdettin’e yaklaşır ve “Osmanlı tarihini bilirsiniz, bu tarihin birtakım safhaları vardır ki, sizi korku ve endişeye sevkeder ve bunda haklısınız. Ben size bir şey söyleyeceğim, o nispette hayatımı size teşrik edeceğim (sizin hayatınızla birleştireceğim); memnun olur musunuz?”

Vahdettin’in biraz da şaşırıp “söyleyiniz!” demesi üzerine devam eder.

-Henüz padişah değilsiniz, fakat Almanya’da gördünüz ki, imparator, veliaht ve prensler hep bir iş üzerindedir. Neden siz bütün işlerden uzak kalasınız?

-Ne yapabilirim?

-İstanbul’a gider gitmez bir ordu kumandanlığı isteyiniz. Ben sizin kurmay başkanınız olurum.

-Hangi ordunun kumandanlığını?

-Beşinci ordunun kumandanlığını.

-Bu kumandanlığı bana vermezler ki.

-Siz isteyiniz.

-İstanbul’a gittiğimiz zaman düşünürüz.

Cesareti yoktur.

Vahdettin orta okul mezunudur, Rüşdiye mezunudur.

Son derece zayıf ve bilgisizdir, bir Osmanlı şehzadesi olamayacak niteliktedir.

Atatürk onun sormaya bile çekindiği komutanlık için, “ben ister, alırım ancak beni Kurmay Başkanı olarak alınız” der ama Vahdettin’in bunu düşünmeye bile cesareti yoktur. Ayrıca herkesin bilmesi gereken önemli bir konu daha vardır.

Bu konuşmalar yapılırken Atatürk Paşa’lık makamındadır. Oysa kurmay başkanlarının rütbeleri Albay’dır. Yani ülke için plan yapan, devamlı bir çıkış yolu arayan Atatürk’ün gözü rütbede filan değildir.

***

Almanya seyahati, Osmanlı Hanedanı ile ilk yakın teması olduğu için Atatürk’ün yaşamında önemli bir yer tutar. Seyahat 1917 yılının son günleriyle 1918 Ocak ayının ilk günlerini kapsar. O günlerde artık ABD de Almanya aleyhine harbe girmiştir. Rusya’nın harpten çekilmesine rağmen Alman zaferi artık bir hayaldir. Atatürk, bunun idraki içindedir. Bağdat, Kudüs düşmüştür. İngilizler Filistin’de taarruz hazırlığındadırlar. Bu durumda Atatürk’e göre uygulanacak strateji, elde kalan kuvvetleri süratle Toroslara doğru çekerek son gücümüzle Anadolu topraklarını savunmaktır. Atatürk Yol boyunca bu fikri Veliaht’a işlemeye çalışır.

İstanbul’a dönerler ancak çok hastadır. Bir türlü vakit ayırıp tedavi olamadığı böbreklerindeki ağrılar artık dayanılmaz bir hal almıştır. Doktorların ısrarı üzerine tedavi için Avusturya’ya gider. Kısa bir süre tedavi gördükten sonra da profesörün tavsiyesi üzerine Karlsbad’a geçer.  Tedavi süresince de elbette rahat durmaz. Çalışır, notlar alır, dünya gazete ve dergilerini takip eder, okur ve Almanca dersi almaya devam eder.

Tedavisi devam ederken 4 Temmuz 1918 tarihinde bazı dostları onu ziyarete gelir ve padişah’ın öldüğünü, Vahdettin’in tahta çıktığı haberini verirler ve “Allah cümleye ve yeni Padişah’a ömür versin” derler. Gerisini Mustafa Kemal Paşa’dan dinleyelim.

“Ben bu haber karşısında biraz gayritabii bir hal almış olacağım ki, misafirlerimin dikkatini çekmişim. Üzülmüş müydüm, memnun mu olmuştum, pek ayıramıyorum.

Gerçek şuydu ki, ne ölen Padişah’a acımıştım, ne de yeni Padişah’ın ömrünün uzun veya kısa olmasıyla ilgiliydim. Acaba üzüntümün sebebi bu değişiklik sırasında İstanbul’da bulunamamak mıydı? Buna dair de kesin bir fikir söyleyemem. Yalnız bir durgunluk geçirdiğimi hatırlarım.”

Paşa, Vahdettin’e kutlama mesajı gönderir ve hemen cevap gelir. Ardından da başyaver olan İzzet Paşa, Cevat Abbas ile Paşa’ya haber gönderir. “Derhal İstanbul’a geliniz!” Sıkıntılı bir yolculuk sonrası, tedavisini yine yarıda bırakarak İstanbul’a dönen Sarı Paşa, Pera Palas’da Başyaver İzzet Paşa’yla buluşur. Son seyahatte, Mustafa Kemal’in Vahdettin’e yakınlığı sebebiyle, İzzet Paşa Mustafa Kemal’in Padişah’ı ziyaret ederek telkinlerine devam etmesinin, muhtemelen yeni bir görev almasının ülke için faydalı olacağı şeklinde görüş bildirince, Mustafa Kemal “tamam” der. Görüşme talebine hemen cevap gelir ve Sarı Paşa huzura çıkar.

Olan biteni, yine Mustafa Kemal’den dinleyelim.

“Seyahat arkadaşım Veliaht Vahdettin’le birkaç ay ayrıldıktan sonra, yeni Padişah Vahdettin’in salonuna Naci Paşa’yla beraber girdim. Bu andaki duygularımı şöyle izah edebilirim. Tahta oturmadan önce çok şeyleri açık görüştüğümüz ve benim bütün düşüncelerimi benimseyen, karşılıklar veren bu zat, acaba hükümdar olduktan sonra benim aynı tarzda görüşmekliğime müsaade eder ve aynı karşılıklarda bulunur mu? Bunda tereddütlüydüm. İşte Padişah Vahdettin ile bu tereddüt içinde karşı karşıya geldik.”

Padişah, Paşa’ya çok yakın davranır, onu ümitlendirecek kadar iltifatlarda bulunur, sigara ikram eder hatta sigarasını yakar. Böyle olunca da Mustafa Kemal uygun bir şekilde kendisini tebrik eder ve çok kritik bir zamanda hükümdar olduğunu söyler.

“Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık lisanla söylemiştim. Bu dakikada böyle görüşmekliğime müsaade buyrulur mu?”

Padişah, “hay, hay, bekliyorum” der.

“Uzun bir değerlendirme esas nokta şu idi. Hemen Başkomutanlığı bizzat üzerinize alınız, kendinize vekil değil, bir kurmay başkanı tayin ediniz. Her şeyden önce orduya sahip ve hakim olmak lazımdır. Ancak ondan sonra düşünebilecek uygun kararlar tatbik olunabilir.”

Padişah ilk görüşmelerinde olduğu gibi gözlerini kapatıp susar. Sonra da “sizin gibi düşünen başka komutanlar var mıdır?” diye sorar.

“Vardır” der Mustafa Kemal.

“Düşünelim” diyerek yine suskunluğa bürünür. Bu da zaten görüşme sona erdi anlamına gelmektedir.

Aradan beş gün geçer ve Padişah Mustafa Kemal’i tekrar ancak bu sefer İzzet Paşa’yla beraber huzura çağırır. Paşa bu daveti, “Padişah herhalde aynı fikir ve görüş üzerinde ikimizi birden dinlemek arzusunda” diye düşünür ve huzura çıkılır.

Çıkılır ama bu sefer Paşa’nın karşısında son derece temkinli ve sadece suya sabuna dokunmadan genel konularda konuşan bir Padişah vardır. Saçma sapan, hiçbir sonuca varmayan görüşme öylece sona ermiştir.

***

Mustafa Kemal huzursuzdur, olanlara bir anlam veremez. Bu sefer yalnız olarak, kendisi bir görüşme talep eder ve Sultan ile bir kez daha buluşulur. (Bu görüşmenin tam tarihi tespit edilememiştir. Kaynakçalı Atatürk günlüğünde üç görüşme tarihi yazılıdır. Toplam dört görüşme olduğundan ve dördüncü görüşme Halep’e gitmeden yani 16 Ağustos öncesi olduğundan bu görüşmenin tarihi 10 ile 15 Ağustos arası olmalıdır.)

Paşa ilk görüşmede olduğu gibi direk olarak konuya girer ve konuşmaya başlar. Karşısında yine gözlerini kapatıp susan bir Sultan vardır. Sultan bir an Paşa’ya bakar ve “Paşa, ben her şeyden önce İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim. Bunu temin etmedikçe alınacak her tedbir isabetsiz olur” der.

Bunu duyunca Mustafa Kemal Paşa’nın içinde fırtınalar kopar, hatta anılarında karşısında tilki gibi bir entrikacı olduğundan şüphesi olamadığını söyler ancak sakin bir şekilde fikrini söylemekten de geri duramaz.

“Çok doğru düşünüyorsunuz, fakat İstanbul halkını doyurmak için alınması lazım gelen tedbir ve teşebbüsler, Zat’ı Şahane’nizi bütün memleketi kurtarmak için alınması lazım gelen zorunlu ve ivedi tedbirlere başvurmaktan alıkoymaz. Tüm ülkenin selametini temin edecek mesai, ancak makinenin bütününün işlemesiyle temin olur ve bütün işlemedikçe bu makineden bir parça verim dahi almak mümkün olamaz. Söylediklerimin doğruluğuna inanıyorum. Belki Zat’ı Şahanelerince ileri gidildiği buyrulur ancak bildirmeye mecburum ki, yeni Padişah’ın kuvvet noktası önce kuvvete sahip olmak olmalıdır. Kuvvet; devleti, milleti, ve bütün müttefikleri savunan kuvvet başkasının elinde bulundukça, sizin Padişah’lığınız dahi sözde olmaktan kurtulamaz.”

Bütün bunları söyledikten sonra Padişah’dan gelen cevap her şeyin sonu ya da aslında, her şeyin başlangıcıdır.

“Ben icabeden şeyleri Talat ve Enver Paşa Hazretleriyle görüştüm.”

Paşa bu andan itibaren boşa nefes tükettiğini anlamıştır.

İzin isteyerek ayağa kalkarken aklından geçenleri şöyle dile getirir. “Bunları söyleyen zat daha birkaç ay önce, Veliaht’lığında Talat ve Enver Paşa’lardan nefret ettiğini anlatan ve bu adamların, memleketi mahvolmaktan başka bir sonuca vardırması mümkün olmayan teşebbüslerini tenkit eden Vahdettin’di. Şimdi Padişah ve Halife Vahdettin bu kişilerle görüşmüş, memleketin selameti için icabeden tedbirleri almış bulunuyor.”

Saray’dan ayrılıp Pera Palas’a doğru yola çıkan Sarı Paşa için artık her şey yeniden başlayacaktı!

 

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir