Dün bir yazı yazdım.
Tokyo kazandı, takunya kaybetti dedim.
Benim için işin espirisiydi.
Elbette gönül isterdi Türkiye kazansın.
Heyecanla da sonuçları bekledim, hatta ümitliydim.
Japonya’nın bu işi daha önce yapmış olması ve radyasyon sızıntısı ile ilgili haberler, Madrid’in elenmesi sonrası ümitlerimi daha da arttıran gelişmelerdi.
Olmadı.
Elendik.
Attığım başlığı bir çok arkadaş paylaşıp gülerken kimi ne vatan hainliği bırakmış, ne satılmışlık. Belli çevreler yine özelden tehdit mesajları atmış.
Bunların zekası da bu kadar işte.
Espiriyi yapmak ve anlamak da zeka ile doğru orantılı çünkü.
Verecek cevap olmayınca da iş tehdit ve hakarete dönüşüyor.
Zaten çoğu yazının içeriğine bakmadan yapıştırıyor tokadı.
Allah büyük yazıyorsun vay dinsiz diyor misal!
Kaybettiğimiz sadece Olimpiyat olsa keşke.
Onurumuzu, özgürlüğümüzü, adaleti, eğitimi, inancımızı, insanlığımızı kaybediyoruz.
İşin aslını söyleyelim.
İspanya ekonomik durumları ve işsizlik yüzünden yaşanan huzursuzluklar yüzünden elendi.
Türkiye iyi çalıştı.
Güzel kulis yaptı.
Takiye tanıtımı çok beğendim.
Yakın markajla ikili ilişkileri iyi değerlendirmek istedi.
Örneğin Birleşmiş Milletlerde bu politika ise yaramıştı.
Burada olmadı.
Neden?
Çünkü Türkiye inandırıcılığını kaybetti.
Elini yüreğine koyup gözü yaşlı, insanlara çok samimi ve güzel hitabet eden Başbakan’ın aslında kin ve nefret dolu, içeride başka, dışarıda başka, yaptığı başka, söylediği başka bir insan olduğuna defalarca şahit oldu ülkeler.
Sayfamda savaş çığırtkanlığı yapan ve bu konuda Başbakan’ı koru koruna destekleyen bazı arkadaşlar büyük bir güruh’un sadece küçük bir bölümü.
Kendi ülkesinde bile barışı sağlayamamış, katilleri baş tacı edip pazarlık yaparken kendisine yapılan en küçük eleştirilerde bile gözünü hırs bürümüş, insanların ne yapmaları, ne yemeleri, ne içmeleri, kaç çocuk yapmaları, çocuk aldırıp, aldırmamaları, ne yazmaları, ne okumalarına kadar her şeye karışıp hükmeden bir adamın başka ülkelerde yaşayan müslümanlara huzur ve barış getirmek için savaş yapmak istemesi kadar hastalıklı bir durum olabilir mi?
Adam soğuk fizyondan, zeytinyağlı yemeğe konacak yağ orantısına kadar her konuda Ordinaryüs, her şeyi biliyor çünkü.
Zaten bu kendine hayran ve kendisini herkesten üstün gören hali olmasaydı da gezi olayları sırasında kin, nefret, biber gazi ve orantısız güce başvurmak yerine, “hata yapmışız” ya da “halkımız ne istiyorsa ona kulak vermek durumundayız” diye bir manevrayla durumu biraz soğutsaydı bugün kahramandı.
Allahtan kendine hakim olamıyor da insanlar onun gerçek yüzünü görebiliyorlar.
Muhalefetin yapamadığını o yaptı.
Halkı coşturdu.
İnönü soruyor Atatürk’e, karşılaştığın bu kadar zorluklar içerisinde seni bezdiren neydi diye sorsam ne dersin diyor.
“Kolay” diyor çakmak gözlü.
“Zor olan Türk halkını uyandırmak” diyor.
Sessizlik oluyor, İnönü de ses çıkarmıyor, düşünüyor sadece.
“Ama” diyor Atatürk, bana en zor olan nedir diye sormadın Paşa”!
“Nedir” diye soruyor merakla İnönü.
“Uyandıktan sonra Türk halkını durdurmaktır” diyor Atatürk.
Şimdi madem bu Olimpiyat konusunda bu kadar düşünceli ve üzgün, o halde önümüzdeki 7 seneyi çok iyi değerlendirerek, dindar ve kındar nesiller için harcayacağı enerjiyi ilim’e, barış’a, spor’a, gençlere ayıracak bir programı başlatsın.
Olimpiyatlarda doping kullanmadan başarılara imza atacak genç nesillerin önünü açsın. Öyle başarılara imza atılsın ki herkes Türkiye’yi konuşsun.
Bu fikrin “Dünya Barışı için Olimpiyatlar” diyerek komşuya savaş ilan etmekten daha iyi bir fikir olduğu kesin.