Fransız Komiser General Pelle, İstanbul’daki müttefik devletler adına bir Fransız zırhlısıyla İzmir’e gelmişti. Mudanya Mütarekesi öncesi müttefikler şaşkın, üzgün ancak hala kibirliydiler. Pelle karşısında büyük bir zafere hatta imkansıza imza atmış kibirli, kaba, ne söyleyeceğini bilmeyen birini bekliyordu.
Köşkten içeri adım atarken yukarı katta bir hareket oldu ve herkes yukarı baktı. Yaydan fırlamış bir ok gibi hızlı ancak son derece asil bir çeviklikle merdivenlerden inmeye başladı. Onu Beyaz ipek kafkas gömleği, siyah pantalonu, ince belini süsleyen kemeri ve şık ayakkabısıyla gören General şaşırdı. Her zaman olduğu gibi sinek kaydı traşlıydı. Belli belirsiz hafif bir lavanta kokusu vardı. Koku bahçeden çiçeklerden mi geliyordu yoksa karşısında bulunan şahıstan mı, anlayamadı. Sarı saçları özenle arkaya doğru taranmış, yüzünde kibar bir tebessüm ve insanı esir alan o çakmak gözleriyle daha çok bir film yıldızını andırıyordu.
Başıyla selam verdikten sonra elini uzattı ve son derece düzgün bir Fransızca’yla “hoşgeldiniz, lütfen şöyle buyrun” diyerek yol gösterdi.
General şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Bu adam ona anlatılan kimse olamazdı.
Sadece bir adet, tek tip kıyafeti varken bile onun giydiği üniforma pırıl pırıldır, tertemizdir. Botlar, çizme ve ayakkabılar her zaman parlak ve boyalı. Hiç kimse hırpani, bakımsız görmemiştir onu. 4 gün, 4 gece süren kanlı çarpışmalar sırasında bile traşlı, temiz ve bakımlıdır.
Anıtkabir’de gezerken görmüşsünüzdür mutlaka. Usturası, tarak ve fırçaları, havlu ve kıyafetleri, kemer, çorap ve aksesuarları her zaman düzenlidir. Her bir parça eşyası “zerafet” diye haykırır adeta.
Çok zekidir, yakışıklıdır. Kendisini son derece iyi yetiştirmiş, bilgili, kültürlü ve karizmatikdir. Elbette her genç gibi onun da gönlüne düşen kimseler olmuştur. Son derece zarif bir ifade ve muhteşem bir elyazısı ile yazdığı mektuplar vardır ancak artık bu günler geride kalmıştır. Cepheden cepheye koşmaktan kendisini düşünecek, gönül işine ayıracak vakti kalmamıştır artık. Kurtuluş mücadelesi ve temelleri yeni atılmakta olan Cumhuriyet yıllarında Zübeyde Hanım’ın da aklında tek bir şey vardır. Oğlu “Mıstıfa”sının gönlünce bir hatun ile evlenip yuvasını kurduğunu görmek.
Mustafa Kemal’in ise bu konulara ayıracak zamanı yoktur. Milli Mücadele sonrasında onu bekleyen bir o kadar önemli sorunlar vardır boğuşması gereken. İzmir’in kurtuluşu sonrası Mudanya ve onu takiben Lozan, daha sonra Lozan görüşmelerin kesilmesi, tehditler ve bütün bunlar yaşanırken aç, yorgun, bitkin ancak gururlu bir halk ve onların sorunları vardır sırada.
Şimdi bile insan düşününce nereden tutacağını bilemiyor.
Yiyecek ekmek yok. Böyle bir ortamda kurulan devlet mekanizması, eğitim, sağlık, sanayi, tarım, ulaşım, lojistik, iletişim, plan, program; Düşününce bile insanın başı dönüyor.
O bize geleceğin hayallerini kurdururken bir yandan da bizim henüz kuramayacağımız hayallerin planlarını yapıyordu. Aklında hep yarının büyükleri çocuklar ve gençler vardı. Bir de kadınlar. En önemlisi kadınlar. Türklerin islamiyetten çok arapların etkisinde kalarak kadınların getirildiği konumdan son derece rahatsızdı. Türk tarihinde kadınların yeri her zaman en öndeydi. Anadil, Anavatan, Toprak Ana’ da olduğu gibi Ana ve Hatun’un toplumdaki yeri her zaman çok önemliydi. Rivayet odur ki, Mete Han bir kurultay sırasında beylerine yanında bulunan eşini işaret ederek “Ben sizin han’ınızım, o da benim ha’nım” demiştir. Hatun her zaman Hakan ile beraber hareket eder, aynı kağıda mühür basar, liderlik ederdi. Çok eşlilik yoktu. Kiminle evleneceğine Hatun kişi kendisi karar verirdi. Osmanlı yeni kurulurken bile Nilüfer beldesinde korumalığı yapanlar hatunlardı.
Milli Mücadele’de silah taşıyan, cephede hemşirelik yapan veya elde silah mücadeleye katılıp çarpışan Nene Hatunlar, Kara Fatma’lar, Şerife Bacı’lar, Gördesli Makbule, Halime Çavuş, Nezahat Onbaşı’larla dolu değil midir yakın tarihimiz?
Elimize iğne batsa canımız yandığında “anne” diye bağırırız. “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar “ çünkü. Çocuğun üzerinde en etkin yönlendirici kimse annedir. Atatürk hem toplumda kadının hak ettiği konuma tekrar gelebilmesi hem de Cumhuriyet’in temelleri atılırken kadınların da en az erkekler kadar sorumluluk sahibi olabilmeleri için planlar yapıyordu. Onun için insanların hangi dine inandıkları, hangi dili konuştukları, hangi etnik kökenden geldikleri, kadın veya erkek olmaları önemli değildi. Önemli olan ümmet anlayışından millet anlayışına geçmek, bir başka kula kul olmaktan, birey olmaya, vatandaş olmaya geçmekti.
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını verdiğinde, İtalya, Fransa, İsviçre gibi bir çok Avrupa ülkelerinde kadınların böyle bir hakkı yoktu.
Kadın toplumda tekrar layık olduğu yere gelince sorunların çoğunun kendiliğinden çözüleceğine inanıyordu. Bu düşünceleri gerçekten bir mucize gibi işe yaradı. Genç Cumhuriyet içinde çok kısa bir zamanda kadın vekiller, pilotlar, yargıçlar, avukatlar, doktor ve hemşireler, öğretmenler, mühendisler yetişti. Bu yetişen kadınlar da kendilerinden sonra gelen nesillere örnek oldular, insan yetiştirdiler, Cumhuriyet’in hızla kalkınmasına, eşi benzeri görülmemiş bir hızla yükselmesine sebep oldular.
O, dünyanın en güzel yazılı emri olan “Ordular, İlk Hedefiniz Akdenizdir, İleri” emrini verdikten hemen sonra Salih Bozok’a “10 gün sonra İzmir’deyiz çocuk” dedi. Oysa Türk ordusu 9 gün sonra İzmir’deydi. Güldü. “N’aapalım, çocuk, düşman şaşırttı” dedi. 10 Eylül 1922 günü saat 14.00’te törenle İzmir Valiliği’ne geldi. Dört gün burada kaldı ve daha sonra Karşıyaka İplikçizade Köşkü’ne geçti. Hatırlarsınız, bu köşk onun sabah uyanıp yüzüne vuran Ege rüzgarının keyfiyle ciğerlerinin en ücra köşesine kadar koklayıp, iç çekip, “bir rüya görmüş gibiyim” dediği, hatta köşke girmeden önce ayaklarının altına serilen Yunan bayrağını kaldırtıp, “Bayrak bir milletin namusudur, onlar ayaklarıyla çiğneyerek bir hata yapmış, aynı hataya biz düşmeyelim” dediği köşktür.
Bu aralar Başyaver Salih Bozok hala Başkomutan için İzmir’de kalacağı güvenli bir konut aramaktaydı. 10 Eylül günü Uşakizade Köşkü ne ulaşan Salih Bey, bahçıvandan Latife Hanım’ın İzmir’e Gazi Paşa’yı karşılamak için geldiğini öğrendi ve hemen gidip kendisiyle konuştu. Acaba Mustafa Kemal Paşa ve mahiyeti bu Köşk’de kalabilirler miydi? Latife Hanım “Gazi’yi konuk etmekten şeref duyarım, ben bu günleri görmek için buralara koştum geldim” derken, Başyaver Salih Bey Latife Hanım’ın göğsünde taşıdığı kolyesinin içinde Türk Bayrağı ve Gazi Paşa’nın resmi olduğunu bilemezdi tabii.
Aynı gün, yani 13 Eylül’de öğleden sonra kaçak Rum asker ve çetelerin Ermeni mahallesinde başlattığı büyük İzmir yangını, rüzgârın da etkisiyle önlenemez bir şekilde büyür. Bu yangın sonucunda İzmir’de 25.000 ev ve iş yeri yanar.
14 Eylül 1922 günü, bir gece önce başlayan İzmir yangını sürerken, Gazi’nin arabasının yönü Göztepe’deki köşktür. Gazi’nin Uşakizade Köşkü’ne gelişi, onun ve Latife Hanım’ın kaderini değiştirecektir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bu köşke ilk gelişiyle başlayan konukluk, ikinci gelişinde evlilikle sonuçlanır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 14 Eylül 1922 ile 22 Şubat 1924 arasında yaptığı beş İzmir ziyaretinde, Uşakizade Köşkü Gazi’ye toplam doksan bir gün ev sahipliği yapar.
İzmir’in büyük yangını, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Göztepe Köşkü’nde konuk bulunduğu zaman devam ediyordu. Büyük kumandan, köşkün taraçasından üzüntü ile yangını seyrederken, yanında duran Latife Hanım’a sorar:
-“Bu yangın yerinde size ait emlak var mı?”
-“Emlakımızın önemli bir kısmı yanan sahadadır; fakat ne engel var Paşam. İsterse hepsi yansın… Yeter ki siz sağ olun. Bu mesut günleri gören insanlar için malın ne kıymeti olur… Memleket kurtuldu ya… İleride onları yeniden ve daha mükemmel bir şekilde yaptıracağız.”
Gazi, gözlerini alevlerden ayırmadan mırıldanır:
-“Evet, yansın yıkılsın… Hepsinin yerine gelmesi mümkündür.”
Mustafa Kemal Paşa İzmir’de Mudanya Mütarekesinin sonuçlarını Uşakizade Köşkü’nde beklemektedir. Paşa çalışmalarını buradan yürütmüş, bu süreçte bir çok yerli ve yabancı gazeteci, yazar, devlet adamı, asker ve elçileri burada karşılamış, bu köşk, İzmir’in kurtuluşuna ve Kurtuluş Savaşı’nın sonlanmasının birçok önemli olayına tanıklık etmiştir.
Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından onarım ve düzenleme çalışmaları başlatılan Uşakizade Köşkü Müzesi 2001 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından açılmış ve aslına uygun bir müze olarak hizmete girmiştir.
Bu arada tarih kitaplarında pek de anlatılmayan Uşakizade ailesine daha dikkatli bakmak lazım. Uşakizade Sadık Bey oğlunun başarılı bir tüccar olarak yetiştirmiş, eğitimine de önem vermişti. İş hayatını babasının yanında öğrenen Muammer Bey yine babasının ısrarı ile ihracat ve resmi ticaret kurallarını öğrenmek üzere stajını Sadık Bey’in yeğeni Halit Ziya Uşaklıgil’in üst düzey yönetici olduğu Osmanlı Bankasında yapar. Henüz 20 yaşlarında çok başarılı bir iş adamı olur. Daha 1800’lü yılların sonunda ufkunu Avrupa ve Amerika’ya çevirir, iş ziyaretlerinde bulunur ve ihracat yapar. 1905 yılında New York Borsasında koltuk sahibi olmuş tek Türk Muammer Bey’den başkası değildir. Çocukları da son derece iyi yetişmiş ve başarılı birer iş adamı olacakken planlar değişir. Neden mi? Sıkı durun ve dikkatlice okuyun, sonra da herkese anlatın lütfen! Muammer Bey kızının Gazi Mustafa Kemal Paşa ile evlenmesi sonrasında babasından devraldığı, büyüttüğü ve son derece başarılı olduğu tüm iş hayatı defterini kapar, işlerini tasfiye eder ve çocuklarını dışişleri’ne yönlendirir.
Latife Hanım Uşakizade Muammer Bey’in üçü kız, üçü erkek olan çocuklarının en büyüğüdür. 1900 doğumlu olan Latife Hanım İstanbul Arnavutköy Amerikan Kolejini bitirdikten sonra Fransa’nın meşhur Sorbonne Üniversitesinde Hukuk ve Siyaset Bilimi okumuştur. Paris’te konserler verecek kadar güzel piyano çalan Latife Hanım, anadili gibi İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Rumca bilmektedir. Latife Hanım bu becerilerini belki bilerek, belki de istemeden Atatürk’e belli etmiş, onun isteği üzerine bir çok yazışmalarını yapmıştır. Özellikle de o devirde bu kadar bilgili, kültürlü, eğitimli ve gerçek anlamda Türk kadınlarına örnek olabilecek Latife Hanım elbette Atatürk’ün son derece dikkatini çekmiş ve beğenisini kazanmıştı.
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 tarihinde Karşıyaka’daki Uşakizade köşkünde vefat etmiştir. Annesinin ölümü üzerine İzmir’e gelen Mustafa Kemal Paşa, önce Karşıyakalılara seslenir, sonra da Ferik Osman Paşa Camisinin avlusunda bulunan annesinin mezarını ziyarete gider. Annesinin mezarı başında söyledikleri unutulmaz: “Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. …Annem şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde, ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir.”
Paşa, 29 Ocak 1923 tarihinde Latife Hanım ile yine bu köşkte nikahlanmıştır.
Bu nikah, günümüzün resmi nikahının öncülüğünü oluşturmuştur. Kadın ve erkeğin yanyana oldukları ve eş olarak kabul edip etmeyecekleri direk olarak kendilerine sorulan nikah Cuma değil, Pazartesi günü kıyılmıştır.
Nikah sırasında bir çok baba gibi Muammer Bey’de gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Mustafa Kemal ise kuşkusuz kendi mutluluğunun yanı sıra, Latife Hanım gibi bir eşin Türk kadını için son derece güzel bir örnek oluşturacağını da düşünüyordu. Salih Bozok o günlere ait hatıralarını şöyle anlatır: “Latife, Mustafa Kemal’i, o kadar büyük bir istekle ve o kadar candan karşıladı ki, şimdi bazı detayları hatırladıkça duygulanmaktan kendimi alamıyorum. Hiçbir hareketi gözünden kaçırmayan Gazi de, Latife Hanım’ın bu samimi haline ilgisiz kalamadı.
Ali Fuat Cebesoy’un anılarında Uşakizade Latife Hanım ve köşk ayrıntıları ile yer alıyor: “Gazi Paşa’nın karargâh olarak seçtiği köşkte Uşakizade Muammer Bey’in kızı Latife Hanım bizzat hizmet ediyordu. Latife Hanım çok iyi bir öğrenim ve eğitim görmüş, dil bilir genç ve güzel bir Türk kızıydı. Türk edebiyatına da aşinaydı. Köşk gerçek bir Başkumandanlık Karargâhı gibi bir hayli işlek olmasına rağmen düzeni pek mükemmeldi. Herkese şefkat ve nezaketle muamele ediyor, karşılığında herkesten saygı görüyordu. Her dediği adeta karargâh komutanının emri gibi kabul olunuyordu. Hatta Gazi Paşa bu hareket tarzını memnuniyetle kabul etmişti. Gülerek: “Karargâh kumandanı hanımın emri budur’ diyordu.”
Atatürk İzmir İktisat Kongresinin yapılacağı tütün deposunda gerçekleşen toplantıda, eşi Latife Hanım’ı, İzmirli kadınlara tanıtır. Kadın sorunları ve Lozan hakkında konuşulur. Toplantıya katılanların çoğu kadın olduğu için bu toplantı ‘Kadınlar Kongresi” olarak adlandırılır. Gazi, Akşam Pathe Sinemasındaki İzmir Okullarının etkinliklerine eşi Latife Hanım’la beraber katılır.
17 Şubat 1923 günü de, Türkiye İktisat Kongresi’ne beraber katılırlar. Atatürk’ün Nutuk’tan sonra en uzun konuşması olur bu. Yurdun çeşitli yörelerinden gelen tarım, endüstri, tüccar ve işçi gruplarının temsilcileri ile bir dizi kararları içeren “İktisadi And” açıklanır. Bugünkü meşhur İzmir Fuar’ının öncüsü olacak sergiler ilk olarak bu kongre’de açılır.
Atatürk eşi Latife Hanım ile beraber Eskişehir’e giderek, Lozan’dan dönen İsmet Paşa’yı karşılarlar. Hep beraber trenle Ankara’ya giderler. Ankara halkı, Muzaffer Komutan ve eşi Latife Hanım’ı karşılayarak, onlara mutluluklar dilerler.
Latife Hanım ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın evliliği 2 yıl 5 ay 5 gün sürer ve 5 Ağustos 1925’te sona erer. Hiç kimse sevdiği birisini bir başkasıyla paylaşmak istemez. Ama ya o kişi bütün bir ülkenin sevdiği ve ayrı kalamadığı bir liderse? Normal bir aile yapısı içinde normal görülebilecek bazı istekler söz konusu Atatürk ve Türk Milleti olunca aynı kalıba sığmıyordu. Latife Hanım’ın aşırı kıskançlıkları, istekleri ve özlediği yaşam ile ortam çok farklıydı. Tartışma ve kavgalar sırasında Atatürk ikisi çok ciddi olmak üzere rahatsızlanır ve kalp spazmı geçirir. Latife Hanım’a bu konuda en güzel öğüdü babası Muammer Bey verir. “Kızım” der, “Kaplan’a gem vurulmaz”!
Tartışma ve kavgaların ardı arkası kesilmez. Atatürk ya Latife Hanım ile olan ilişkisini ya da milleti ve bu yolda henüz yapamadıklarını yapmaya seçecekti.
Nitekim o da bu yolu seçti. Atatürk ayrılırken “Latife söz vereceksin, müşterek hayatımıza ait hiçbir şeyi kimseye bahsetmeyeceksin” dedi.
Gerek Mustafa Kemal, gerekse Latife Hanım evliliklerinin son bulmasından sonra, yakın çevrelerine bile, birlikte oldukları iki buçuk yıllık zaman dilimi hakkında en küçük bir söz etmediler. Anılarını, sırlarını kendilerine saklayarak, yine kendileriyle birlikte bunları sonsuzluğa taşıdılar. Bütün ömrü boyunca hiç bir gazetecinin bir soru sormak için bile ulaşamadığı Latife Hanım’a ulaşan tek gazeteci olan Rahmetli Mete Akyol üstadıma sormuştum, acaba kendisini terslemiş miydi?
“Hayır” demişti gülümseyerek. “Çok zarif, son derece saygılı, asil, ve nazikti”.
Ruhları şad olsun.
Bir Yanıt
Sn. BOZTEPE
Bu makalenizde söz konusu olan köşk, Uşakizade Köşküdür. 15 yıl kurucu müdürlük yaptım. Makalenizi Köşk Anı kitabından faydalanarak yazmışsınız. Keyif aldım.
Bu sayıdan elinizde var mı? Arşivimize koyarım.
İzmir’de 7 atatürk, Zübeyde Hanım ve İnönü müzesinin protokol rehberiyim. İzmir’e gelirseniz, gezdiririm.
Saygılarımla. 11 Haziran 2019
Ahmet Gürel
Atatürk Araştırmacısı
Türkiye’nin en zengin Atatürk fotoğrafları arşivlerinden birine sahip olan Gürel, 1968 İzmir Atatürk Lisesi, 1972 Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümü mezunudur. 1997 yılında itibaren 15 ayrı konu başlıklı 500’e yakın Atatürk fotoğrafları sergisi açmıştır. Bunlardan bazıları Anıtkabir, 2’nci Meclis, EÜ. AKM, İzmir Özel Türk Koleji Uşakizade Köşkü ve İzmir Atatürk Müzesi sergileridir.
Gürel’in “Atatürk Destanı”, “Cumhuriyet ve Kadın”, “Anılarla Çanakkale Destanı”, “Köy Enstitüleri Destanı”, Kıbrıs Destanı, Devrim Şehitleri, Ermeni “Türk Ermeni İlişkileri ve “Nutuk” adlı belgeselleri vardır.
Gürel’in, “Sözde Ermeni “Türk Ermeni İlişkileri (Yabancı Belgeler Işığında) Dünü ve Bugünü”, “Atatürk ve Unutulmaz Anıları”, “Anılarla Çanakkale Geçilmez” ve “Gazi’nin İzmir Anıları” kitapları vardır.
Gürel’in, bu hafta İş Bankası Yayınlarında çıkan, “Latife Mustafa Kemal” adlı kitabı, 15 yıllık bir çalışmanın ürünüdür.
Gürel’in, Konak Belediyesince; “Fotoğraflarla Gazi İzmir’de”, Ege Üniversitesince, “Cumhuriyet ve Kazanımları” ve “Atatürk Aramızda” albümü ise ADD Genel Merkezince basılmıştır.
Gürel, 16 Şubat 2019 günü, 26. Truva Kültür ve Sanat Derneğinin “Özel Ödülü”nü almıştır.
Gürel, yukarıda bahis olunan 10 binlerce fotoğraf ve videoyu, İş Bankası’na ve Cumhuriyet Gazetesi’ne bağışlmıştır.
Halen, İzmir Platformu başkanı olan Gürel, Atatürkçü Düşünce Derneği Bilim Danışma Kurulu Üyeliği yapmaktadır. Gürel, 2002-2017 yılları arasında on beş yıl İzmir Özel Türk Koleji Uşakizade Köşkü Müdürlüğü’nü yapmıştır.