- Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal
Kendisini çok iyi yetiştirmişti.
Çok zekiydi.
Müthiş bir matematik kafası vardı.
Seneler sonra öz Türkçe olarak dilimize kattığı matematik terimleri henüz çocuk yaşta onun kafasında oluşmaya başlamıştı. Meraklıydı.
Merak ettiği bir konuyu tüm detaylarına kadar araştırıp öğrenmeden huzur bulmazdı. Askeri okulda herkes yattıktan sonra gizli gizli battaniyenin altında fener yakarak kitap okur, bazen okuyarak sabahlardı.
Bilgiye olan açlığını sadece kitaplarla değil, yabancı yazarların makaleleri ve basını da takip ederek bastırmaya çalışırdı. Felsefeden sanata, tarihten edebiyata kadar her konuda çok derin bilgi sahibiydi. “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri” emrini vermeden önce yaptığı hazırlık ve uyguladığı taktik dost, düşman herkesin hayranlığını uyandırmıştı. “Büyük Zafer” sonrası kendisine “bu eşi benzeri görülmemiş bir taktik, tebrikler” diyenlere “hayır” demişti. “Hannibal’in Cannes’da uyguladığı manevranın aynısı”!
Bu parlak zeka, bilgi, kültür ve karizmasıyla birleştiğinde ortaya çıkan resim her ne kadar hayranlık uyandırıyorsa, bir o kadar da korku ve kıskançlık yaratıyordu. Özellikle de bulundukları makamlara hak etmeden gelen ittihatçılar onu potansiyel bir tehlike olarak görmekteydiler. Öyle ya, bu adam bir anda ayaklarını kaydırabilirdi. Her ortamda bir yıldız gibi parlayan ve insanları kolayca etkisi altına almayı başarabilen bu yakışıklı “Sarı Kurt”, göz önünde olmamalıydı.
Bu yüzden de vatana hizmet için kıvranan Mustafa Kemal’in kaderinde devamlı sürgünde olmak vardı.
Sofya’ya askeri ateşe olarak gönderilmişti. Hayatı boyunca Mustafa Kemal’i hasım gören Enver Paşa, 1914 yılında Padişah Abdülmecit’in torunu Naciye Sultan ile evlenip saraya damat olduktan sonra haketmediği makamları üçer, beşer basamak atlayarak yükselmiş ve henüz 34 yaşında saltanatın en kudretli ismi olmuştu. Kimseye danışmadan, konuşmadan bir oldu bitti ile Osmanlı’yı savaşa sokan Enver Paşa, en büyük iki destekçisi Talat ve Cemal Paşa ile beraber bir hayal aleminde yaşamaktaydılar. Mustafa Kemal bu savaşa, savaşın şekline, zamanına ve Almanların bu derece Osmanlı makamlarının içine girerek söz sahibi olmalarına karşıydı. Bu konuda fikirlerini açıkça paylaşmaktan da çekinmiyordu.
Mustafa Kemal yanlış gördüğü kararları ve itirazlarını üst makamlara bildiriyor, bıkmadan, usanmadan uyarılarda bulunuyor ancak bu uyarılarına cevap alamıyordu. Bir fırsatını bulup da Genelkurmay’da yüksek bir makamı işgal eden sözde dostuna ulaşıp fikirlerini anlattığı zaman arkadaşı onun sözünü kesmiş, “Kemal, Kemal, bizi rahat bırak” diye seslenmişti. “Biz öyle şeyler yapacağız ki sen de memnun kalacaksın, dünya da hayretler içinde kalacak” demişti.
Sarı Kurt acı bir tebessüm ile dinlemiş ve “evet, çok şeyler yapacaksınız. Fakat yapacağınız şeyler korkarım ki memleketi çıkılmaz bir girdaba sokmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben ve benim gibi düşünenler o zaman hayatta bulunursak, sizin bugün söylediklerinizi takdirle anmayacağız. Dilerim ki o zaman bizi çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz” demişti.
Sarı Kurt artık Sofya’da kordiplomat olarak oturup olup biteni salonlardan izleyecek biri değildir. Israrla görev talep etmektedir. Bu savaşı o istememiş, karşı çıkmış ve uyarılarda bulunmuştur ancak madem ki savaş çıkmıştır, ona düşen cepheye gidip çarpışmaktır. Evinden de çıkar, eşyalarını boşaltır, gider sefarete yerleşir. Tayin haberi çıkar çıkmaz vakit kaybetmeden cepheye koşmak istemektedir. İstediği görev gelmezse cepheye bir er olarak gidip çarpışmayı bile göze almıştır.
Bu sıkıntılı bekleyiş sırasında Enver Paşa bir başka hayal uğruna Doğu Cephesine gitmiş, başlamış olan soğuklara, askerin hazırlıksız olmasına rağmen zamansız ve lüzumsuz bir maceraya girişmiş, bu macera tarihimize bir kara leke olarak kazınmıştır. Savaş başladığında merkezi Erzurum’da bulunan Üçüncü ordunun önlem aldığı sınır bölgelerinde hareketlenmeler de başlamış ancak kış aylarının gelmesiyle beraber bu hareketler durulmuş Türk ordusu da sınırın epey gerisinde bulunan Köprüköy’e mevzilenmişti. Sarp kayalar, geçit vermez dağlardan oluşan bu bölge özellikle de kış aylarında bir tehlike içermemekteydi.
Doğu cephesini teftiş sırasında yanında bulunan Alman subayların etkisinde kalarak bir taaruz emri veren Enver Paşa’ya başta Üçüncü Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa olmak üzere tüm Türk subayları karşı gelerek kendisini uyardılar. Enver Paşa kendisini uyaran ve kurmay okulundan kendisinin hocası olan Hasan İzzet Paşa’yı görevden aldı ve cephe gerisine gönderdi. Hiç bir silahlı mücadelenin içinde bulunmamış, bir birlik, kolordu veya ordudan vazgeçtik, askerlik hayatında henüz bir taburu bile yönetmemiş, bu konuda hiç bir bilgi, beceri ve tecrübesi olmadan saray salonlarında göğsünü nişanlarla doldurmuş olan Enver Paşa bir Napolyon edasıyla gülümsedi. Cehaletin verdiği güç ve egosunun etkisiyle emri yineledi, “taaruz edilecek”.
İşte bu emir ile beraber Sarıkamış faciası başlamış, koskoca bir ordu adeta son neferine kadar eriyerek , çoğu asker bir fişek bile sıkamadan donarak can vermiş, şehit olmuştur.
Ayağında çarığı bile olmayan askerler vardır. Yazlık üniformalar, araçsız, gereçsiz, iaşesiz, hazırlıksız gençleri sınıra 40 kilometre mesafede Sarıkamış mevzisine süren Enver Paşa hatasını görmüyor, görse de kabul etmiyordu. Arada sıkışan, birbirleriyle bağlantılarını kaybeden, aç, susuz, bitkin kalıp süratle erimeye başlayan asker, eksi 30 derecede, inanılmaz bir kar fırtınası, ve tipi altında ezilmektedirler.
Gençliğinden arkadaşı olan ve aynı zamanda kendisi de hanedan damadı olan Hafız İsmail Hakkı Paşa X. Kolordunun başında biraz daha kendi başına buyruk olarak sol mevzide açılmıştır. Enver Paşa ise kesin bir dille onu uyarmış ve Sarıkamış’a önce kendisinin gireceği emrini vermiştir. Bir hafta kadar önce emrine verilen 40.000 mevcutlu X. Kolordudan geriye kalan yorgun, bitkin, aç ve susuz asker sayısı 1800’dür. Kendi komuta ettiği IX. Kolordu ise ancak bir alay büyüklüğündedir ancak bütün bu şartlara rağmen Enver’in kafasında Beyaz atı ile Sarıkamış’a girmek vardır. Emir verir. “Derhal taaruz’a geçilecek”!
Sarıkamış çukuru önlerinde Rus çevirmesinden son anda kurtulan Enver Paşa geriye kaçarken İsmail Hakkı Paşa etrafına bakar ve 40.000 kişi başladığı yürüyüşten geri kalan 80 kişiyi görünce diz çöker ve hıçkırarak ağlamaya başlar ve haykırır, “her şey bitti”!
Bütün bunlar olurken Mustafa Kemal’e nihayet görev emri çıkmıştır.
Bu üzücü olaylardan hemen sonra görev kağıdını alıp uçarcasına İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Enver Paşa’yı beklemektedir. Enver Paşa bütün basını durdurur ve Sarıkamış hakkında tek kelime yazılmamasını emreder. Sivas’tan haber gönderir. Sarıkamış konusunda tüm açıklamaları sadece ve sadece kendisi yapacaktır. Basın’ın büyük bir bölümü zaten iktidarda güçlü olan Enver Paşa’yı ya desteklemekte ya da korkularından eleştirme cesaretini gösterememektedir. Mustafa Kemal de İstanbul’da onunla konuşmayı beklemektedir. Enver Paşa gelir ve ağzından ilk dökülen cümle şöyledir.
“Düşmana büyük bir darbe indirdik”!
Alman işbirliği ile Enver Paşa diktatörlüğünün Türk milletine ikinci hediyesi bu olmuştur.
Mustafa Kemal Enver Paşa’yı beklerken yeni atanmış olduğu 19. Tümen Kumandanlığını herkese sormuş fakat kimseden bir cevap alamamıştır. Ortada böyle bir tümen yoktur, varsa da kimsenin haberi yoktur. Hikayenin gerisini tam bir şaşkınlık yaşayan Mustafa Kemal’den dinleyelim.
“Enver Paşa geldi. Zayıf düşmüş, rengi solmuşbir halde idi. Söze ben başladım”.
-Biraz yoruldunuz!
-Yok o kadar değil.
-Ne oldu?
-Çarpıştık, o kadar.
-Şimdiki vaziyet nedir?
-Çok iyidir.
Enver’i daha fazla üzmek istemedim. Sözü kendi işime getirdim. “Teşekkür ederim, numarası 19 olan bir tümene beni kumandan tayin buyurmuşsunuz. Bu tümen nerdedir, hangi kolordu ve ordunun emrinde bulunmaktadır?”
“Haa” der Enver Paşa. “Bunun genelkurmayla görüşürseniz daha kesin bilgi alabilirsiniz.
Sonradan anlaşılır ki ortada henüz böyle bir tümen bile yoktur. Mustafa Kemal’den kurtulup “görev istedin biz de verdik” dercesine onu sonradan ismini çok duyacağımız Liman Von Sanders Paşa’nın emrinde yeni kurulacak bir tümene atamışlardır. Yoldan ve ayakaltından uzak, önemsiz, kıyıda bir iş.
Tarihin bir cilvesidir bu
Hiç itiraz etmeden göreve koşup Tekirdağ’da fırkasının kuruluşunu tamamlayan Mustafa Kemal Tümen Karargahını da Gelibolu yarımadasından Maydos’a taşır. Anlamıştır ki düşman gelecektir. Avucunun içi gibi bildiği bu bölgede düşmanın nereden geçeceğini kestirmekle meşguldur aklı.
Buğulu çakmak gözlerini ileriye dikmiş bakmaktadır. Kanlı çarpışmaların, arası 5 metre olan cephelerin, havada çarpışan kurşunların hikayelerinin yazıldığı Çanakkale, Mustafa Kemal’i beklemektedir.
Hezimete giden harekatı kendi insiyatifi ile ele alıp bir imkansızı gerçekleştiren, adının bir efsane komutan olarak tarihe geçmesini sağlayacak olan 19. Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal, “Çanakkale Geçilmez” destanını yazmak üzere harekete geçer.
2 yanıt
Sayın Boztepe, emeğinize sağlık. Türklüğün, Osmanlı ve islamla başladığını düşünen azımsanamayacak bir güruh var. İslamdan ve Osmanlıdan binlerce yıl öncesinde de var olduğumuz, gerçek atalarımız, geçmiş tarihimiz daha çok gündeme getirilmeli, öğretilmeli… Bu bağlamda çabanız ve bilgilendirmeniz için sonsuz teşekkürler.
Kolaylıklar diliyorum.
Çok teşekkürler…