Ara
Close this search box.

Gündem Afganistan

General Pershing’in Kurmay Başkanı olan General Habord Sivas’ta Mustafa Kemal’le görüştü ve şöyle dedi. “Türk tarihini okudum. Milletiniz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir millet elbette bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya müttefikinizle dört yıl harp ettiniz, yenildiniz, dördünüz bir anda yapamadığınız şeyi, bu duruma tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Fertlerin intihar ettikleri vakit vakit görülür. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz”?

Mustafa Kemal hiç düşünmeden cevapladı kendisini. “Teşekkür ederim dedi. Tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterim ki biz emperyalizm pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz”.

General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar. General Mustafa Kemal’e baktı ve
“bizde olsa böyle yapardık” dedi.
Mustafa Kemal sadece bir ülkenin kaderini değiştirmedi. Emperyalistlere kafa tutarak bir mucizeye imza atan, bağımsızlık mücadelesini kazanarak laik Cumhuriyet’i kuran Mustafa Kemal Atatürk, bir çok ülkeye ümit ve örnek olmuştu. Afrika’dan orta, yakın ve uzak doğu’ya, orta Amerika’dan Güney Amerika’ya kadar emperyalist ülkelerin kölesi haline gelmiş bir çok ülke Mustafa Kemal ve genç Cumhuriyet’i hayranlıkla izliyor, bagımsızlık hayalleri kuruyorlardı.

İşte bu ülkelerden biri de son zamanlarda gündemden düşmeyen Afganistan’dı.

Dünya’da en çok uyuşturucu üretilen ve tüketilen, yobazların, dincilerin, gericilerin elinde ezilen Afganistan bir zamanlar laik ve modern bir ülke olmaya çok yakındı.

“Gazi Paşa’yı ağabeyim diye tanırım. Onun yolunda gitmek isterim” diyen Amanullah, Türkiye Cumhuriyet’ini örnek alan, Atatürk hayranı bir liderdi. Afganistan’ın Atatürk’ü olmak isteyen Amanullah’ı, başlattığı reform hareketlerinde izlediği politikalar yüzünden ilk uyarıp eleştiren de Atatürk’den başkası değildi.

thumbnail_IMG_6168

Modern Afganistan’ın ilk güçlü lideri Emir Habibullah Han1901’de ele geçirdiği yönetimi 1919’a kadar korudu. Başta askeriye olmak üzere birçok önemli alanda ıslahat girişimlerine başlayan Habibullah Han, 1919’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

Mustafa Kemal’in büyük hayranı olan oğlu Amanullah, babasının ölümü sonrası tahta geçti. İlk işi de Afgan kabilelerine tam bağımsızlık vaadinde bulundu;

“Büyük ulusum bana taç giydirdiğinde ve güvendiğinde, Afgan hükümetinin, dünyadaki ve yurtdışındaki diğer bağımsız güçler gibi, özgür ve bağımsız olması gerektiğine söz verdim, Afganistan halkı içeride tam özgürlüğe sahiptir ve herhangi bir saldırganlık ve zulümden korunuyor ve insanlar sadece yasalara uyumalılar, hepsi bu.”

İktidarının ilk aylarında İngilizlere karşı giriştiği bağımsızlık savaşı ülkedeki Afgan dinamiklerini etrafında toplamasını sağlayacaktı ancak İngilizlere karşı kesin zafer kazanmaya çok yakın olduğu bir sırada bazı sınır kabilelerin isyan hareketinden çekinerek mücadelesine son verdi.

Atatürk’ün Sevr anlaşmasını yırtıp atmasının, Mudanya ve peşinden Lozan Anlaşması daha sonra da Montrö Anlaşmasının önemini kavrayamayan veya ülkenin tapusunu önemsizmiş gibi göstermeye çalışan hainlere cevap vermeye bile değmez ancak iş sadece anlaşma imzalamakla da bitmiyor. Afganistan’da, 1919’da imzalanan Ravulpindi Antlaşmasıyla İngilizler’den kâğıt üzerinde bağımsızlık kazanıldı; ama İngilizler özellikle sınır bölgelerindeki kabileler üzerinde etki oluşturacak ciddi imtiyazlar elde etti. Zaten Amanullah’ın sonunu hazırlayan da bu imtiyaz sonrası ortaya çıkan isyanlar oldu.

Benzer oyunlar Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nde de oynandı ancak bunlar başarısılıkla sonuçlandı. İşte bunun en büyük sebebi Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve kendisinin halkı ile tamamen bütünleşmiş olmasındandır.

thumbnail_IMG_6169

Amanullah, babası Habibullah’ın kabilelere ve dini gruplara verdiği tavizlere rağmen iktidarda tutunamadığını görmüştü. Bu yüzden daha modern bir toplum oluşturma yoluna gitti. Öncelikle Afganistan’da yaşayan tüm ırk ve kabilelere vatandaşlık verdi. Anayasa çalışmalarına hız verdi ve Afganistan’ın kanayan yaralarından birisi olan köleliği yasakladı. Amanullah’ın köleliği resmen yasakladığı süreçte Afganistan’da 500 bin civarında köle bulunuyordu. Amanullah’ın reform sürecine asıl hız verecek gelişme 1928 yılında yapacağı yurt dışı seyahatiydi. Birçok Avrupa şehrini ziyaret edecek Amanullah, Türkiye’ye de gelecekti.

thumbnail_IMG_6170

Mustafa Kemal Atatürk, Kral Amanullah ve Kraliçe Süreyya Türkiye’ye geldiklernde onları büyük bir misafirperverlikle karşıladı. Kraliçe Süreyya, Amanullah’ın devrimlerini hızlandıracak en önemli faktördü. Amanullah Han Türkiye ziyareti sırasında kendisine rehberlik eden Fahrettin Altay’dan çok etkilenmiş hatta kendisine Afganistan Genel Kurmay Başkanliğını teklif etmişti. Atatürk, Fahrettin Altay’a Amanullah Han hakkında fikirlerini sorduğunda, Altay “bilgi vermeme rağmen dinlemiyor, kendisine fazlaca güveniyor, idare tecrübesi çok az” şeklinde çekingelerini dile getirmişti. Hasan Rıza Soyak’da aynı şekilde Amanullah Han’ın bazı konularda fazla aceleci davrandığını düşünüyordu.

Atatürk, Amanullah’ın yurt dışına da çıkmadan önce başlattığı reform sürecinin zamanlamasını doğru bulmadığını son derece açık bir şekilde kendisine iletti. Yapılması gerekenlerin zamana ve zemine uygun olmadığını, detaylı, planlı bir uygulanamadan uzak, özellikle de olması gereken kadrolaşmayı hazırlamadan son derece süratli bir şekilde yol almaya çalışan Amanullah’ın hızı Mustafa Kemal’i endişelendirdi. Bütün bunlar yapılırken uzun süreli yurt dışı gezileri de Atatürk için ayrı bir endişe konusuydu. Başbaşa kaldıklarında da kendisini uyarmak ihtiyacında hissetti. “Aziz kardeşim nedir bu tedbirsizlik? Nedir bu gamsızlık? Almışsın aileni yanına ülkeden ülkeye dolaşıp duruyorsun. Arkana baktığın yok, oysa Afganistan’ın durumu pek naziktir. Bunu bir an bile aklından çıkarma hatta kuruntulu, kuşkulu ol ama tedbirsiz olma. Daha dün çadırında kurşunlanmış olan öz babanı hatırla, Afganistan tarihini hatırla”!

Amanullah, ülkesini bir an önce modern bir Afganistan’a dönüştürmek istiyordu.

thumbnail_IMG_6171

Üstelik Avrupa şehirlerini gezdikten sonra Türkiye Cumhuriyetinin başarılarını görmesi onu daha da istekli hale getirmişti;

“Hâkimiyet-i Milliyeyi evvelce biliyordum fakat bu sefer çok yakından tanıdım. Pek samimi ve kalbi surette karşılandığım ve muhabbet aşari gördüğüm Ankara’nın hatırasını daima yâd edeceğim. Biz’de Kâbil’i Ankara gibi yeniden yapıyoruz. Planımızdan size göndereceğim. Bütün Avrupa’yı gezdim ve çok mükemmel müesseseler gördüm. Esasen bu müesseler hakkında evvelce araştırmalarım vardı. Fakat burada kurduğunuz müessselerin esasında mükemmeliyet ve intizamında fevkaladelikler buldum. Hakikaten ciddi ellerle ve aşkla kurulmuş olan bu müesseseleriniz çok kıymetli ve kudretlidir. Gazi, dünyanın en büyük adamı ve en mühim askeridir. Temaslarımda lütuf ve muhabbetlerini gördüm. Kendileriyle bilahere tanışıyor ve seviyor idim. Fakat görüştükten sonra kıymetinin azametini daha iyi anladım. Kendileriyle yakından tanıştığımdan dolayı çok müftehirim. Türkiye ricaliyle temaslarımdan çok memnunum. Bugün hepsinin ayrı ayrı dostluk ve samimiyetlerini taşıyorum. Hepsini sevdim. Kendileriyle tanışmaktan mütevellid bir memnuniyet içindeyim.”

Önce Cemal Paşa bir Türk alayıyla Afganistan’a giderek Afgan askerlerini eğitmeye başladı. Bunu takiben Zeki Velidi Togan Afganistan’a giderek incelemelerde bulundu ve eğitim planlanması için görüş ve tavsiyelerini bildirdi. Amanullah devrimlere hız verdi. Öncelikle Afganların başına bağladığı beş metrelik şalı ülke ekonomisine zarar verdiği gerekçesiyle yasakladı, ülkede erkeklerin şapka takmasını ve devlet dairelerine takım elbiseyle girmesine zorunlu kıldı. Oysa fakir Afgan halkı için takım elbise bulmak neredeyse imkânsızdı. Hindistan’dan büyük paralar ile getirilse de herkes bu kıyafeti satın alıp giyemiyordu.

Amanullah’ın bir diğer kararı ise kadınlara yönelik olacaktı. Daha önce evlilik yaşını kızlarda 18 yaptığı yasa dahi reddedilen Amanullah, biranda peçe, burka ve başörtüsüne savaş açtı. Şapkanın aksine bunu kanunla yapmak yerine gönüllülük esasıyla halka kabul ettirmeye karar verdi. Peçe ve burkaya karşı başlatılan savaşı bizzat karısı Süreyya üstlendi. Süreyya, Avrupa ve Türkiye gezisinde bunun ilk adımını atmıştı. Döndüğünde de kapanmayarak “Avrupai” görünümde yaşamaya devam etti.

Amanullah ise konuyla ilgili şu ifadeleri kullanacaktı;

“Neyse ki, birkaç İslam ülkesine ve Avrupa’ya gittim ve şu sonuca vardım: Bu ülkelerin hiçbirinde Türkiye’de ya da İran’da kadınlar kısıtlanmış değiller. Başörtüsü ilerlemenizi engelliyor, sizi bilimin nimetlerinden mahrum ediyor ve Batılı kız kardeşlerinizin aksine işsiz kalmanızı sağlıyor. Aslında, bu durum sizi kocalarınıza muhtaç olmaya zorlar. Umarım bir gün sizin bu durumdan serbest olduğunuzu görürüm…”

Amanullah, Kraliçe Süreyya ile reformları yalnızca bununla da sınırlı tutmadı. Kadının toplumsal hayata karışması ve erkeklerle eşit haklara sahip olması için de harekete geçti. Kadınların dernek kurması, iş hayatına katılması hatta siyaset yapması isteğini şu sözlerle anlatacaktı;

“Şahsen, Avrupa’da kadınların erkeklerle yan yana çalıştıklarını ve yaşamın her saatinde ve her konuda politik, sosyal ve ticari konularda aktif rol aldıklarını gördüm. Kısacası, nereye giderseniz gidin, kadınlar veya erkekler birlikte çalışıyorlar, ancak Afgan kadınları sadece evde oturup yemek yapıyorlar, çocuğa bakıyorlar

Evet, Amanullah Atatürk Türkiye’sini örnek alıyordu ancak mucize gibi bir zafer sonrası istese Padişah’lığını bile ilan edebilecek güce sahip Mustafa Kemal halkıyla bütünleşmiş, tam bir hesap adamıydı.

Orduyu kurmadan önce 1920’de Meclis’i kurmuştu. Halktan tamamen kopmuş olan saltanatı önce halka anlattı. Sevr’i imzalamış, ülkeyi satmış, düşmanla işbirliği yapmış saltanat yerine artık kararları zafer kazanmış halkın vermesi gereğini söyleyip Meclis’de oylamaya sundu. 1 Kasım 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada ulus’un akla aykırı olduğunu belirterek,saltanatın kaldırılmasını istedi. Milletvekillerinin ateşli konuşmalarla Atatürk’ü desteklemelerinden sonra, saltanatın İstanbul’un işgal tarihinden (16 Mart 1920) başlayarak kalkmış olduğu oybirliğiyle kabul edildi. Saltanatın kaldırılmasıyla Padişahlık sıfatı kalkan Mehmet VI Vahdettin de, 17 Kasım günü İngiliz Komutanlığına başvurarak, bir İngiliz zırhlısıyla kaçtı.

Cumhuriyet ise bir yıl sonra 1923’de ilan edildi. İlk anayasa’da devletin dini İslam yazıyordu. 9 Nisan 1928’de TBMM’ye sunulan kanun teklifi ile Anayasası’nın 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” ifadesi sonradan kaldırıldı. Karar, 10 Nisan 1928 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Tarikatların Kaldırılması, Tekke Ve Zaviyeyerin Kapatılması 1925, Medeni Kanunun kabulü ise 1926. Saltanatın kaldırılması, hilafetin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılarak yalnızca din işleriyle uğraşacak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması, tarikat ve zaviyelerin kapatılması aşamalarından geçen laikliğin tam anlamıyla yasal tabana oturtulması için, 1924 Anayasası’nda yeralan Türkiye devletinin dini İslam’dır deyimini tartışmaya koyulan TBMM, 10 Nisan 1928’de Anayasa’nın ikinci maddesini değiştirip, 16. ve 38. maddeler gereğince milletvekilleri ile Cumhurbaşkanı’nın ant içerken söylemek zorunda oldukları vallahi sözcüğünü maddelerden çıkardı. Ayrıca, 26. maddedeki ahkamı şeriyenin tenfizi (şeriat hükümlerinin yürütülmesi) sözcükleri de Anayasa’dan çıkarıldı. İnananların ibadetlerini kendi dilleriyle yapmalarını doğal bir hak olarak gören Mustafa Kemal’in, aydın din adamlarıyla yaptığı görüşmelerden sonra, 3 Şubat 1928’de hutbelerin Türkçe okunmasının kabul edilmesini, dualar ve ezanın Türkçeye çevrilmesi çalışmaları izledi. 5 Şubat 1937’de Anayasa’nın ikinci maddesinde laiklik ilkesine yer verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğunun yazılmasıyla, laiklik devrimi tamamlanmış oldu.

Bu arada Kadın Haklarının Tanınması 1930, 1933 ve 1934 yıllarında gerçekleşti.

thumbnail_IMG_6173

Atatürk’ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930’da belediye seçimlerinde seçme, 1933’te çıkarılan Köy Kanunu’yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934’te Anayasa’da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme haklarının tanınmasıyla, Türk kadını o yıllarda Avrupa devletlerinin çoğundaki kadınlardan daha ileri haklar elde etti ve çok geçmeden toplumda erkeklerin çalıştığı her alanda yerini aldı.

Atatürk bütün bunlarla beraber takvim, saat ve ölçülerde değişikliklerden soyadı kanununa, eğitim’den harf devrimine, dil kurumundan tarih kurumuna kadar hayal bile edilemeyecek devrimlerin yapılmasını bir anda yapmasını bilmez miydi?

Neden adım, adım, neden sırayla yaptı?

Atatürk’ün uyarılarına kulak asmayan Kral, kısa sürede isyan ateşinin tutuşmasına sebep oldu. Kabileler ve mollalar, “Dinsiz Kral” dedikleri Amanullah’a karşı büyük bir isyan başlattılar. Özellikle sınır bölgelerindeki kabileler isyana ilk katılanlar oldu.

Atatürk isyan haberini alır almaz hükümet kurmaylarını Çankaya’da topladı. Afgan ordusunu modernize etmek üzere bölgede bulunan Türk askerine Kral’a yardım telgrafı gönderilecekti ancak Kral Amanullah çoktan tahtını bırakıp kaçmıştı. Babasının akıbetini yaşamaktan korkan devrik kral, Türk askeri canını tehlikeye atarak isyanı bastırmaya gelmesine rağmen yerinde beklemeye dahi cesaret edemeyecekti. Afgan halkına büyük bir sevgi duyan Mustafa Kemal, Kralı uyarmışsa da Amanullah’ın sonunu değiştirememişti.

Bildiğiniz gibi Amerikan yardımıyla örgütlenen, milyarlık silahlar, teçhizat ve mühimmat sahibi olan Afgan hükümeti, bölgeden Amerikan askerlerinin ayrılmasıyla beraber bağımsızlık mücadelesine girmek yerine, tek bir kurşun bile sıkmadan her şeyi Taliban’a bırakarak kaçtılar.

Tarih tekerrürlerden ibarettir.

Ders almasını bilmezsek.

Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.”

 

Mustafa Kemal Atatürk.

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir