Mustafa Kemal’in yana yakıla görev istediği dönem, saraya damat olmanın ötesinde hiç bir meziyeti olmayan Enver Paşa’nın tek adam olarak borusunu öttürdüğü bir dönemdi. Tecrübesiz, görgüsüz, bilgisiz ancak her konuyu en iyi bilen iddiasında olan Enver Paşa’nın özellikle Mustafa Kemal’e karşı duyduğu derin kıskançlık herkesce bilinmekteydi.
Sarıkamış çukuru önlerinde Rus çevirmesinden son anda kurtulan Enver Paşa geriye kaçarken İsmail Hakkı Paşa etrafına bakar ve 40.000 kişi başladığı yürüyüşten geri kalan 80 kişiyi görünce diz çöker ve hıçkırarak ağlamaya başlar ve haykırır, “her şey bitti”!
Büyük bozgun Enver tarafından gizlenir, gazetelerin kendisinin izni olmadan haber yapması yasaklanır. Bütün bunlar olurken Mustafa Kemal’e nihayet görev emri çıkmıştır. O da derhal İstanbul’a hareket etmiş ve 19. Tümene tayin edildiğini öğrenmiştir.
Sarıkamış’dan dönen Enver’I ziyaret eder. Mustafa Kemal henüz ağzını bile açmadan Enver konuşur.
“Düşmana büyük bir darbe indirdik”!
Atatürk anılarında Enver’i daha fazla üzmemek için bir şey söylemediğini, kendisine verilen görevden dolayı teşekkür edip makamdan ayrıldığını yazar.
- tümene tayin edilerek bir nevi Sofya’da yaşadığı “ayak altından uzak, dikkat çekmeyecek ve Enver’e tehdit oluşturmayacak” görev yerine nihayet ordu içinde bir görev almıştır.
Bu yüzden sevinçli ve heyecanlıdır ancak bu çok kısa bir zamanda büyük bir şaşkınlığa döner.
Çünkü ortada böyle bir tümen yoktur!
Mustafa Kemal’den kurtulup “görev istedin biz de verdik” dercesine onu sonradan ismini çok duyacağımız Liman Von Sanders Paşa’nın emrinde yeni kurulacak bir tümene atamışlardır. Yoldan ve ayakaltından uzak, önemsiz, kıyıda bir iş.
Tarihin bir cilvesidir bu
Hiç itiraz etmeden göreve koşup Tekirdağ’da fırkasının kuruluşunu tamamlayan Mustafa Kemal Tümen Karargahını da Gelibolu yarımadasından Maydos’a taşır. Anlamıştır ki düşman gelecektir. Avucunun içi gibi bildiği bu bölgede düşmanın nereden geçeceğini kestirmekle meşguldur aklı.
Buğulu çakmak gözlerini ileriye dikmiş bakmaktadır. Kanlı çarpışmaların, arası 5 metre olan cephelerin, havada çarpışan kurşunların hikayelerinin yazıldığı Çanakkale, Mustafa Kemal’i beklemektedir.
Hezimete giden harekatı kendi insiyatifi ile ele alıp bir imkansızı gerçekleştiren, adının bir efsane komutan olarak tarihe geçmesini sağlayacak olan 19. Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal, “Çanakkale Geçilmez” destanını yazmak üzere harekete geçer.
Düşmanın nerelerden çıkartma yapabileceğini raporlar halinde üstlerine sunar ancak ne yaparsa yapsın feryatlarını duyan olmaz. Liman Von Sanders Paşa ayrı bir dünyadadır. Tüm birlikler geri çekilip düşmanın çıkartma yapması olası görünmeyen yerlerde konuşlandırılırken Mustafa Kemal ısrarla üstlerini aramaya, raporlar göndermeye devam eder. Onu dinlemezler ancak tarih Mustafa Kemal’i haklı çıkaracaktır.
3’üncü Tabur Komutanı Binbaşı Mahmut Sabri’nin, 24 Nisan 1915 akşamı İngiliz’lerin büyük savaş hilesi “Çanakkale’de Truva Atı” projesini nasıl çökerttiğini bir başka yazımızda anlatacağız ancak bugünümüzün konusu “Mehmetçik”!
İngiliz donanması 4 Mart 1915’de 5 zırhlı ve 7 torpido desteğinde, 3 büyük sandalla Seddülbahir’e gelerek, karaya asker çıkartmak ister. Seddülbahir Tabyası’nın Osmanlılar tarafından boşaltılmış olmasına rağmen, bu bölgeyi kara saldırılarına karşı savunmaktan sorumlu olan 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey’in, 27. Alay 3. Tabur 10. Bölük eratından Mustafa oğlu Bigalı Mehmet Çavuş komutasındaki bir takım askeri, Seddülbahir Kalesi’ne yerleştirmiştir.
Bigalı Mehmet Çavuş sayısı 30 olan askerlerini deniz tarafına, karşıyı geniş bir açıdan görebilecek şekilde yerleştirir. Ellerinde sadece bir kaç el bombası ve tüfekler vardır. Bigalı Mehmet Çavuş, İtilaf askerlerinin denizden saldırabileceğini düşünerek geceleri 5 nöbetçi bırakıp, diğer askerleri ise kale içindeki siperlere yerleştirir.
Gelin hikayenin bu kısmını Bigalı Mehmet Çavuş’un madalyayla ödüllendirilmesini isteyen, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in anılarından dinleyelim.
“Söz konusu öğleden evvel saat 09.00’da, düşmanın üç dretnot ve beş torpidosu tarafından Seddülbahir ve civarı bombardıman edilmeye başlandı. Bu sırada bir nakliye gemisiyle üç mavnası Seddülbahir İskelesi’ne yanaşarak, asker çıkarmaya başlamış ve bombardıman himayesi altında bir subay kumandasında 70 kişilik tahmin edilen bir kuvvet ve bir makineli tüfek iskeleye çıkmıştır. 27. Alay’ın 10. Bölüğü’nden Mustafa oğlu Mehmet Çavuş kumandasındaki yarım takım tarafından çıkan düşman üzerine Seddülbahir tabyasından ateş açılıyor ve düşman da karşı ateşe başlıyor. Muharebe üç saat kadar devam etmiş, mesafenin azlığı ve askerimizin şiddetli ateşi altında ve en nihayet süngü hücumuna kalkması sayesinde düşman askeri sebat edemeyerek, birçoğu vurulmuş oldukları halde sandallarına binerek kaçmışlardır”.
Evet olay böyle olmuştu.
Seddülbahir Kalesi içerisinde bulunan Mehmet Çavuş askerlerinin yerlerini sürekli olarak değiştirerek, kendi sayılarını çok göstermişlerdi. Bu nedenle teknelerde bekleyen İngiliz askerlerinin tamamı karaya çıkamamıştı. Mücadele sırasında Bigalı Mehmet Çavuş’un tüfeğinin namlusu paramparça olmuş, namlusu parçalanmış elindeki tüfeğini İngilizlere fırlatmış ve yerdeki taşları alarak mücadeleye devam etmişti. Kurşunu bitince düşmana taşla saldıran Mehmet Çavuş yerden aldığı bir kürekle ayağa kalkıp askerlere süngüyle saldırı emrini vermişti. Sağ kalan Türk askerleri süngü hücumuna geçtiğinde İngilizler şaşkınlık içinde kaçıyorlardı.
Bigalı Mehmet Çavuş gözünü hastanede açmıştı. Tedavisinin bitmesini beklemeden cepheye dönmek istemişti ancak emir emirdi. Hava değişimi için izin verilerek köyüne gönderilen Bigalı Mehmet Çavuş izin süresini tamamlamadan tekrar cepheye döner ve çarpışmaya devam eder. Atatürk, yazdığı “Arıburnu Muharebeleri Raporu” adlı eser’de tüm bu olanlara da detaylarıyla yer vermiştir.
Savaş sonrası mütevazı bir hayat süren Mehmet Çavuş, kendisine teklif edilen maddi yardımlar için tek bir cevap vermiştir. “Ben vatanım için savaştım, para için değil”!
Hey gidi koca Bigalı Mehmet”!
O günden sonra Türk askeri artık sadece asker değildir.
O artık “Mehmet” olmuştur, “Mehmetçik” adını almıştır.