Ara
Close this search box.

Atatürk ve Dış Politika 2

2
Celal Bayar

Rahmetli Celal Bayar Tahran ziyaretini anlatıken bu güzel anısına yer veriyor. İran ile Türkiye sınırları konusunda bir türlü istenilen anlaşma sağlanamadığından Tevfik Rüştü Aras heyete kendisi başkanlık ederek İran’a gidiyorlar. İran Başbakanı Figuri Han ile görüşmelerde belli önemli noktaların Türkiye sınırları içinde kalması sorun olunca Tevfik Rüştü kimsenin beklemediği bir şekilde Figuri Han’a “size bir teklifim var” diyor. “Ben hükümetim namına Şah Hazretlerinin hakemliğini kabul ediyorum, lütfen kendilerine iletin, Şah Hazretleri bu konuda hakemlik yapsın”.

3
Tevfik Rüştü Aras

Figuri Han da şaşırır bu işe ama “pekiyi, ben kendilerine ileteceğim” der, ve görüşmelere ara verilir. Gerçekten de Şah hakemliği kabul eder ve görüşmelere katılır. Şah’ın hakemliği ile Türkiye istediklerini değil fazlasını alır!

Heyet başarılı bir antlaşmanın ardından Türkiye’ye dönmek üzere yola çıkarken Celal Bayar “tehlikeli ama dahiyane bir fikirdi, tebrik ederim” der. Tevfik Rüştü Aras gülümser, “Atatürk’ün talimatıydı, olayların böyle gelişeceğini tahmin etmişti” der.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar “cebren veya hileyle” ortalığı sulandırıyorlar. Öncelikle bilinmeyenler ve yanlış bilgilendirmelere göz atalım. Dış politikada en önemli mihenk taşı Lozan konusu hala çok konuşulmakta. En kestirme şekliyle Lozan’ı ifade edelim. Lozan olmasaydı Türkiye eline bırakılan bir avuç Anadolu toprağında Fransa, İngiltere ve İtalya’dan oluşan üçlü bir komisyon ile köle hayatı yaşayacaktı. Bu üçlü komisyonun onayı olmadan Türkiye, adım atamayacak, çivi çakamayacak kısaca, nefes alamayacaktı. Sevr Antlaşmasına göre Türkiye’nin kanun çıkarma hakkı yoktu. Mahkemesi, kolluk gücü, ordusu silahı, askeri yoktu, olamazdı. Yatırım yapamaz, banka kuramaz, para basamazdı. Fabrika, okul, hastane, yol, köprü yapma hakları bile olmayan, içte, dışta, her konuda herşeyiyle bu komisyona bağlı bir Türkiye olacaktı.

Lozan’da Misâk-i Millî büyük ölçüde gerçekleştirilirken, sınırlarımız saptanmış, kapitülasyonlar kaldırılmıştır (24 Temmuz 1923). Bu Antlaşma, I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun zafere dönüştürdüğü dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşmadır. Daha sonra da İngiltere’yle Musul, Fransa ile borçlar ve Suriye sınırı, Yunanistan’la ahali mübadelesi gibi konular, Musul hariç Türkiye’nin istediği biçimde çözülmüştür.

Masada Adaları ve Musul’u bırakmışız yalanlarını mutlaka duyuyorsunuzdur.

Önce “Adalar” konusuna bakalım. Rodos ve On İki Adalar, 1522 Rodos fethinden beri Osmanlı topraklarıdır. Adaları kaybeden genç Cumhuriyet değil, Osmanlı’dır. Adalar 1912’de Trablusgarp ile beraber İtalyanların eline geçmiştir.

Musul ise 1514 Çaldıran Seferinden beri Türklerindir. Musul’u kaybeden, daha doğrusu terk eden Osmanlı Sultanının bizzat kendisidir. 1917’de İngilizler Bağdat’ı ele geçirmişler, Mondros Ateşkesi yapıldığı halde İngilizler bunu hiçe sayarak Musul’a ilerlemişler, Musul’da bulunan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın tüm çabalarına rağmen, Sadrazam’ın 8 Kasım 1918 tarihli telgrafına uyarınca 10 Kasım’da Musul İngilizlere terk edilmiştir.

Genç Cumhuriyet Türkiye’nin 1932’de Milletler Cemiyeti’ne girmesi, batıda komşu ülkelerle Balkan Antantı, doğuda Akdeniz Paktı, Orta Doğu’da Sadabad Paktı gibi bir çok anlaşmalardan başka son derece önemli iki başarısı daha vardır. Birisi genç Cumhuriyetin yaklaşan II.Dünya Savaşı öncesi, gergin ortamda hem Avrupa hem de Almanya ve SSCB ile ilişkilerini sürdürürken, Lozan’da Boğazlar için kabul edilen statünün değişmesi için harekete geçmesi ve büyük bir diplomatik başarı ile 20 Temmuz 1936’da Montreux’da imzalanan antlaşma ile Boğazlarda tam egemenliğini ilân etmesidir. Montrö olmasaydı kendi topraklarımız içinde olmasına rağmen Boğazlar konusunda hiç bir yaptırımımız olmayacaktı. Bölgeye askerimiz bile giremeyecekti.

Özellikle Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yapılan antlaşmalar, komşularla kurulan ilişkiler ve Atatürk’ün ileri görüşlerine daha fazla yer vererek bugünlere nasıl gelindiğini her fırsatta örnek göstermemiz gerekiyor.

Atatürk, 1 Kasım 1936 günü Meclisi açarken yaptığı konuşmada, Montreux Sözleşmesi’ne şöyle değindi: “Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar, artık tam anlamıyla Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yeri haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasaktır.”

Yani Montrö Antlaşmasının bize kazandırdığı, aynı Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılması gibi bir diplomasi zaferidir.

Semyon İvanoviç Aralov, Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’da Sovyet Rusya Büyükelçisi olarak göreve başlamış, Anadolu’da ve Ankara’da Atatürk’ün yanında bulunmuş, Türk-Sovyet ilişkilerinin geliştirilmesinde büyük rol oynamış, daha sonraları Amerika, Almanya ve Japonya elçiliklerini açmış önemli bir diplomattır. Ankara anılarına yer verdiği kitabını şu satırlarla bitirir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa zamanında cumhuriyetçi Türkiye, feodal ayak bağlarıyla birlikte emperyalist esaretini de kaldırıp atmıştı. Oysa Türkiye’nin sonraki yöneticileri Amerika ve öteki devletlerle politikalarını değiştirdiler. Dönem, dönem iktidara gelenler Atatürk’ün önderliğinde kazanılan ekonomik ve siyasal bağımsızlık gibi temel konuları geliştiremeden çeşitli sorunlar yaşadılar.

Bu tür politikaların Türkiye’yi mahvedecek derecede tehlikeli bir yol olduğunu söylemeye gerek var mı? Türkiye’nin çıkmazdan kurtuluşu için yol birdir. Atatürk’ün politikasına geri dönüş, ülkenin siyasal ve ekonomik bağımsızlığının yeniden kurulmasını sağlamak ve Türk halkının çıkarlarına uygun barış-sever bir politikaya geri dönmek.  

İçinizi ısıtacak, güzel bir hikaye ile sonlandıralım sohbetimizi.

1

Yugoslavya Kralı Alexander Atatürk’ü ziyarete gelmiştir. Atatürk kralı karşılar, yemekler yenir, sohbetler edilir ve bu samimi hava içerisinde Kral Alexander Atatürk’e “size bir sırrımı söyleyeceğim” der.

Atatürk de, çevresindekiler de merak ederler. Misafir odasında koltuklara otururlar ve Kral konuşmaya başlar. Azizim, bizler sizi ve Türk Milletini gerçekten çok seviyoruz. İnanır mısınız, Avrupa devletlerinin vaadlerine inanmış olsaydık, Yunanlıların yerine Anadolu’ya biz çıkacaktık, önce bize sormuşlardı.

Atatürk gülerek “öncelikle kadirşinaslığınızdan dolayı müteşşekkiriz Kral Hazretleri” der.

Sonra devam eder, “bu arada Allah korumuş, büyük geçmiş olsun”!

[vc_row padding=”small” vpadding=”small”][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”30″ margin_bottom=”20″][/vc_column][vc_column width=”3/4″][vc_column_text el_class=”blognote”]Bu yazı ilk olarak, bir Başkent Üniversitesi Kültür Yayını olan Bütün Dünya Dergi’sinin 2017 Ocak sayısında yayınlanmıştır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/4″ text_align=”right” el_class=”blogbutton”][vc_button style=”alternateprimary” align=”center” title=”Dergiyi Oku” target=”_blank” href=”http://www.butundunya.com/index.php?arsiv=2017/01″][/vc_column][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”3″ margin_bottom=””][/vc_column][/vc_row]

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir