Fetö’nün ipliğini pazara çıkaran değerli dostum, omurilikli gazeteci Razi Canikligil, sözde asssrrın liderimiz New York’da yeni Türkevi binasına giriş yaparken muhteşem bir tespitte bulunmuş. Bina numarası 821. Tersten okuyunca 128!
Nereye gitse bir şekilde karşısına çıkıyor hacı’nın.
New York’da bulunan Türkevi binası hakkında herkes konuşuyor.
Bir çok insan da bunun yeni bir bina olduğunu düşünüyor.
Oysa yeni değil.
Bizim gibi Amerika’da doğmuş büyümüş, ya da uzun zaman önce buraya gelmiş olanlar bilir. Amerika, Avrupa’dan da farklıydı.
Uzaktı bir kere.
Çok uzak.
Beyaz peynir, zeytin bulabilmek için Rum ya da Ermeni bakkallara gelebilmek bir maceraydı. Pulaski Park Chicago’da bir tane Rum bakkal, New York West Side’da 9. Cadde üzerinde bir Ermeni, iki Rum bakkal, Los Angeles ve San Fransisco’da yine birer Ermeni bakkal vardı.
Hani Bülent Ecevit’in meşhur şiirinde söylediği gibi.
“Bir Rum şarkısı duyunca gör,
Gurbet elde İstanbul çocuğunu”!
Türk lokantası yoktu.
Gazete, radyo, televizyon yoktu.
Sokakta Türkçe konuşan birine rastlasanız, kardeşinizi görmüş gibi sevinir, ömür boyu sürecek bir dost kazanmış olurdunuz. Eğer yolda gördüğünüz eğitim için gelmiş genellikle de havacı ve denizci olan Türk subayları ise salya sümük ağlayarak sarılır, evinizde ağırlayabilmek için yalvarırdınız.
İnanın abartmıyorum.
Dünyamız öyle bir dünyaydı yani.
“Türk aile sayısı bir elin parmakları kadardı” yakıştırması kesinlikle abartı değildi.
İlk gelenlerin büyük çoğunluğunu Doğramacı’nın TIP bursu ile gelenler ile1960 darbesi sırasında kaçanlardan oluşuyordu.
Eğitim seviyesi yüksekti.
Çoğunluk doktor ve mühendislerden oluşuyordu.
Az da olsa çoğalan Türk nüfus için toplanacak bir salonumuz bile yoktu. Konsolosluk, Büyükelçilik, Ateşelikler hep kiralıktı ve farklı yerlerdeydiler.
Bizler daha çocuktuk.
Sene 1975.
İhsan Sabri Çağlayangil Amerika’ya gelmişti.
Biz çocuklar ellerimizde Bayraklar ve Atatürk resimleriyle beklemeye başlamıştık. Büyüklerimiz toplanmış ve heyecanla kendisini karşılamışlardı.
“Bir isteğiniz var mı” sorusuna hemen cevap verdi Türk toplumunun öncüsü olan büyüklerimiz.
“Sayın Bakan’ım, evet, çok önemli bir isteğimiz var. Türklerin bir araya gelebildikleri bir lokalimiz bile yok. Çocuklarımıza Atatürk Okulu açacağız, toplantı, düğün, dernek ve bayramlarda bir araya gelebilmek için bir lokal almak istiyoruz. Bizler aramızda para topladık az bir eksiğimiz var. Sizler de bize biraz yardım edebilirseniz, bu hayalimizi gerçekleştirmek istiyoruz”.
Çağlayangil çok duygulanmıştı.
“O parayı okulunuz ve dernekleriniz için harcayın. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını yalnız bırakmaz. O binayı biz alırız”.
Ve o bina 1977 yılında alındı.
Küçük yaşta ayrıldığım New York’a tekrar döndüğümde 17 yaşındaydım.
Metro’dan indim, Birleşmiş Milletler binasının tam karşısında 11 katlı bir binanın önünde “Turkish Center” yazıyor, tepesinde Türk Bayrağı dalgalanıyordu.
O an duyduğun gururu, sevinci anlatamam.
Gözlerimden iki damla yaş süzüldü.
BM Daimi delegeliği Büyükelçiliğimiz, Konsolosluğumuz, Turizm, Ticaret Ateşeliklerimiz ve heyecanla Rauf Denktaş’ı ağırladığımız KKTC Temsilciliği aynı binadaydı. Türk Amerikan Dernekleri Federasyonumuz, bağlı bulunduğu dernekler, toplantı salonlarımız ve çocuklar için Atatürk Okulumuz, hepsi aynı çatı altındaydı.
Türk Amerikan Gençlik Derneğini o binada kurdum. Efsane bir folklor ekibi oluşturduk. Türk radyosunu programını yine orada hazırlıyordum. Gezilerimiz, partilerimiz, dil kurslarımız, sportif faaliyetlerimiz vardı. Sözde soykırım söylemlerine karşı protesto yürüyüşleri, Kongre ve Senato’ya yönelik çalışmalarımız, Türkiye’mizi tanıtımlarımız, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ve 10 Kasım, Atatürk’ü anma günlerimizi bu çatı altında gerçekleştirdik.
Asala terör örgütü Türkevi önünde bomba yüklü aracı patlattığında görev başındaydım. O zaman Washington DC’de Büyükelçi Şükrü Elekdağ vardı. Başkonsolosumuz Tevfik Ünaydın sonrası görev yapan aynı zamanda beni öz evladı gibi koruyup kollayan Aydın Tosun. Çoşkun Kırca’dan İlter Türkmen’e kadar şimdiki sözde bakan ve Büyükelçilerin çakmak cebi bile olamayacağı insanlarla tanıştık. (Çakmak cebi bile olamaz lafını çok seven kahramanım, biricik Mine Kırıkkanat için kullanıyorum). Bu devrin son temsilcisi “ağabey” diye hitap ettiğimiz Büyükelçi Namık Tan’dı.
Bu çapsız hükümet önce Fetö’yü baş tacı etti ve tüm uyarı ve çabalarımıza rağmen devletin Türk dernekleriyle olan irtibatlarını tamamen kesti. Sonra oyuna geldiğini anladı ve bu sefer Fetö ile mücadeleye başladı. Başladı, ancak burada yanına laik Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine bağlı kişi ve kuruluşlar yerine tamamen kendilerinden olan ya da yandaş-yalaka takımından oluşan kifayetsiz insanları aldılar. Senelerdir sözde soykırım tasarılarından tutun da, Türkiye’yi alakadar eden her konuda başarılı olmuş isimleri dışarıda bıraktılar. Assembly ve Federasyon olarak iki çatı kuruluşu yok ettiler. Federasyon başkanlığına benden sonra seçtiğimiz ancak sonradan bizleri satarak bizim temizlediğimiz sahte dernekleri, yandaş ve yalakaları içeri dolduran Başkan ve sözde Başkonsolos, Federasyon’un temellerini derinden sarstılar. Daha sonra da sözde başkana sözde düşünce kuruluşlarında maaşlı eleman olarak yer verip Federasyonu tamamen sildiler.Bu kişi şimdi yandaş medya’da boy gösteren Ali Çınar isimli şahıstır.
Assembly kuruluşunun başında ise zaten Amerika’da devletin avukatlığını yapan ve bu işten ciddi paralar kazanan Günay Evinç isimli şahıs vardı. Rüzgar nereden eser ve menfaatı nereden gelecekse kolayca yön değiştiren bu adama devlet güdümünde “Direksiyon Komitesi” isimli bir sözde STÖ kurdurdular. O da büyüklerini mahcup etmeyerek sözde Büyükelçi ancak özde Akape Amerika müdürü serdar kılıç’ın (küçük harf imla hatası değildir) emir ve komutasında yandaş ve yalakalardan oluşan, çapsız ama Akape kontrolünden çıkmayacak bu kuruluşun başına geçti. Türk diplomatımız Kemal Arıkan’ı 1982’de Los Angeles’de vurarak öldüren katil Sasunyan’ın serbest bırakılacağı mahkemeye bile gitmek zahmetine katılmayan ve bu yüzden de katilin aramızda elini, kolunu sallayarak gezmesine sebep olan bu devletin avuklatı olan şahıs şimdilerde bu kukla STÖ’nün başkanı!
Kartal imam-hatip’de Bilal’ın arkadaşı olma vasfı dışında hiç bir özelliği olmayan isimler inanılmaz bütçelerle akıl sır ermeyen işlere imza atar oldular. Milyonlarca dolar ödenen sözde lobi şirketlerinin en ufak bir faydasını bile göremeyen bizler ise üvey evlat olduk. Bütçeyi yöneten kifayetsiz ötesi Halil Mutlu isimli bir şahıs.
En son Cuma namazına gitmedikleri için personelini merkeze şikayet etmekle meşhur olan yeni sözde Büyükelçi Mertcan Amerika’da Türkiye Cumhuriyeti’ni teslim ediyor. Pardon, temsil demek istedim.
Dönelim erbaş efendinin dualarıyla açılışı yapılan Türkevi binamıza.
Eski bina yıkıldı ve arkasında yine Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkü olan oto-park ve sonradan alınan küçük bir binanın arazisi de eklenerek yeniden inşa edildi. Gerek resmi daireler gerek rezidans olarak kendi diplomatlarımızın da ikamet edebileceği, bir çok katının da kiraya verilerek ciddi bir gelir elde edilebileceği bu mekandan bizler kovulduk.
Laik Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı olan kimsenin buradan içeri girmesi mümkün değil. Hoş, çağırsalar da biz gitmeyiz zaten.
Yurt dışına çıkan ancak lisan bilmeyen, yanlarında tercümanlarıyla gelen çapsız ataşe ve diplomatlardan başka Atatürk Okulumuzun bağlı bulunduğu Amerika Türk Kadınlar Birliği gibi derneklerin başlarına yine çapsız ve yandaşları geçirip, kendilerinden görmediklerini toplantılara bile çağırmayan bir garip ortamda asssrrrın sözde lideri geldi ve açılış yaptı. Bu açılış için de yine onların kurduğu direksiyon komitesi halka, açılışa katılmak isteyenlerden başvuru isteyerek istemedikleri kimseleri ve yalaka olma ihtimali bulunmayan şahısları içeriye almadılar. Merkezi Washington’da bulunan Diyanet camisinden otobüsle yandaşlar Tayyip Erdoğan’ı alkışlamak için New York’a taşındılar.
İngiliz Başbakanı’nın yanında bir koruma bir de danışmanıyla yürüyerek gittiği BM’e bizim dünya liderimiz Türkiye’den özel olarak getirilen makam aracı ve 300 kişilik koruma ordusuyla gitti. Binamız zaten caddenin tam karşısında. Benim sayabildiğim yaklaşık 35 limozin tutulmuştu. Bu araçlara kim biner, ne yaparlar benim bir fikrim yok. Bu şatafatı yaşayan bir başka ülke delegasyonu da. O akşam Amerika’nın en pahalı lokantası olan Cipriani’de muhteşem bir ziyafet verildi. Bu gösterişli yemeğe katılanların çoğu zaten Türkiye’den gelmişlerdi. Gerisi de buradaki yandaşlardan oluşmaktaydı. Davete icabet eden bir tek kongre üyesi, senatör veya kabine üyesi, Amerikalı gazeteci yoktu. Varsa yalanlasınlar. Hatta dünya liderimizi karşılayan üst düzey yetkili varsa bir zahmet onu da söylesinler.
Biden ile 2 saniye karşılaşıp el sıkışıp bir kare fotoğraf alabilmek için çırpınan devlet görevlilerini görünce bir vatandaş olarak utandım.
Dünyanın en büyük uluslararası topluluğu olan Milletler Cemiyeti Türkiye’nin de bu topluluğa katılması için öneride bulunduklarında Atatürk, “başvurmayı düşünmüyoruz, fakat bizi davet ederlerse katılırız” demişti. Topluluk “başvuru zorunluluğu” uygulamaktan ilk defa vazgeçerek oybirliği ile Türkiye’yi davet etmişti.
1932 yılından geldiğimiz nokta budur.
Bu açılışa giderek Tayyip Erdoğan’a alkış tutanları gördükçe hala şaşırabiliyorum.
Hayır, adam çay da atmadı!
Omurilik başka bir şey.
Yarın Mao gelsin, Tayyip’i anında satarak yine ve en başta bu ahlaksızlar koşarak gidecektir.
Bizler ise ne dik duruşumuzdan, ne laik Cumhuriyet’den ne de Atatürk sevdamızdan vazgeçmeden mücadelemize devam edeceğiz.
Kaya Boztepe.
19 yanıt
Doğruları yazabilenlere çok hasret kaldık.Yazılarını keyifle okuyoruz.Teşekkürler
Yazinizi okudum ve bende Amerikaya 1969 senesinde terzi olarak geldim o yıllarda Rochester NY da İşe başladım Rocheter de düğünler ve bayramlarımızı yugoslavlıların kılısesinin kiralık salonlarında yapıyorduk Rochester Turkish Association dernegimizi kurduk ve kendi topladıgımız parayla binamızı aldık bu gün Amerikadaki Türk derneklerinin en önde gelen bir dernek. Yıl 1978 Türkiyeye gideceğim pasaport işlerim için New yorka gitmemiz gerekiyordu sizinde anlatığınız gibi binayı görünce duygulandım gözlerim doldu. Saat 9:30 da açılıyormuş bekledik zaman gelince girdik bekleme salonunda yarım saatten fazla bekledik bizimle ilgilenin yok ama odalardan konuşmalar duyuluyordu akşam neler yaptıklarını anlatıyorlardı bu arada bir bayan içeri girdi odaya yaklaştı oo buyurun Ayşe hanım bayan verdi kağıtlarını işi yapılıyor ben kardeşime dedimki görüyormusun dışarda Türk bayra Turkish Center yazıyı gördüm gururlandım ama içindeki zihniyet aynı dedim ve ayağa kalktım oturan koruma görevliye Ayhan baeyin odası hangisi diye sordum koruma görevlisi birşey farketz onuda görseniz ama ben ona duygularımı anlatacağım çaldım Ayhan beyin kapısını girdim ve bütün binanın dışında neler yaşadığımı ve içeride görevlilerin Türkiyedeki aynı kafayla binada çalıştıklarını söyleyince Alirıza bey neyse işiniz verin bana dedi sağolun efendim işimin çabuk yapılması degil insanların tutumu. Evet o binada benim de böyle bir anım olmuşt Konsolosumuzun ismi Ayhan Tosun du.
Ali R Dura
1978 yilinda ABD ye geldigimde, Midtown 27-30 sokaklar civarinda yanilmiyorsam Lexington avenue da idi. West side da Turkish Cuisine vardi. Galiba hala ayni yerde duruyor. NYU civarinda da take out bir donerci vardi Yanilmiyorsasm adi Yatagan idi. Yemekler pek tatmin edici degildi ama alternatif yoktu.
Helal olsun Kaya Bey, çok güzel yazmışsın
Kendisini çok üzgün ve çok çaresiz durumda hissetmek çok kötüymüş. Yillar önce 4 yıllığına tayinle, bir Bankanin temsilcisi olarak Turkish Center’ da çalışmıştım. TED Ankara mezunuyum. Yazdıklarınızı okurken anladım zaten aynı hislerle vatanımızı seven insanlar belli oluyor ve bir yakınlık doğuyor. Her satırına katıldığım yazınız için teşekkürler. Allah TÜRK Milleti’ni korusun.
Helal!
40 senedir Amerika da gurbette yaşayan bir mühendis olarak katılmadığım tek cümle yok.
Kaleminize yüreğinize saglik,
Yazı güzel, Bilgilendim,teşekkür ederim.
Ancak yazıda iki yerde omurilik sözcüğü geçiyor. İnsanı dik tutan omurgadır, omurilik değil. Omurilik, omurganın içinden geçer.
Zaten dilimizde de bu gibi durumlar için omurgalı – omurgasız sözcüğü kullanılır.
Açıklamam kusur bulmak için değil, dilimize önem vermemdendir.
Bunun için bağışlayın.
afedersin haklı olabilirsin türkçeyi iyi konuşma mevzuğunda fakat..birşey sorucam ! ( bakın! soracağım demedim..sorucam dedim!! ) şimdi sence hangisi doğru? soracağım komik değilmi?..ben istanbul doğma büyüme…radyo spikeri ve tv program yapımcısıyım..
Çok haklısınız, düzeltiyorum. Çok teşekkürler.
Ağzınıza sağlık, Kazanılmış kaleleri terk etmemek gerekir ama maalesef kaleyi içten fethetmişler…..
Sayin Kaya Boztepe’yi candan alkışlıyorum ve tespitlerine tamamen katılıyorum. Selam ve sevgilerimle sayın Boztepe.
Yazınızı keyifle okudum
Kaya bey, yazınız ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum, galiba ayni jenerasyondanız, ben de ayni yılların Atatürk Lisesi,nde okudum Ankara Kolojinden de arkadaşlarım oldu, Atatürk ilkerini iliklerine kadar özümsemiş, Cumhuriyet değerlerini savunan sizler gibi insanlarımız iyi ki var, ne yazık yaptığınız durum tespiti sınırlarımızı çoktan aşmış, ancak Ülkemizin kurucusu Büyük Atatürk ün attığı temelleri sarsmak ve ortadan kaldırmak isteyenlere de bu millet asla izin vermeyecektir, saygılarımla,
Eline yüreğine sağlık Kaya cığım… Federasyonda gönüllü görev aldığım o eski günlerde, günler geceler boyunca çalışarak büyük bir heyecan ve birlik ruhu ile çalıştığımız o Türk haftası hazırlarımızın buruk tadı hala damaklardı… Azdık, ama azınlık değildik… Güçlüydük, tek yumruk tuk. Elimizde bayrakları ız göğsümüzde heyecan ve inanç ile koşardık ülkemizin çıkarını koruyup kollamak için… NEWYORK tan Washington a, Rochesterden Boston’a…. Gençlik derneğinde kızım ve benim emeklerim de hepinize helal olsun.
Tebrikler Kaya Bey, 20 yıl civarında senenin belirli zamanlarını Amerika’da geçiren biri olarak, yazınızdaki duygu ve düşüncelerinize aynen katılıyorum. Emeklerinize ve yüreğinize sağlık!
Kaya Bey ağzınıza sağlık. Hiç ABD de bulunmadım, ama söyledikleriniz hiç şaşırtmadı maalesef. Bence bütün bunlar geçecek ve gerçekten ülkesini seven, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı insanlar ülkemizi yönetecekler. Saygılarımla…
Ne acı.. tüm bunları biliyoruz ama ilk ağızdan okuyunca yüreğimiz bir başka acıyor. Yılmak, vaz geçmek yok.. yolumuz tek.. o da Atamızın ayak izidir. Sevgiyle kalın.
Kaya Boztepe gençlik yıllarında iken ben (1970li yıllar) Amerikadaki tahsilimi tamamlamış yurda dönüyordum! Hem ne de heyecanla… Ancak ileri yaşımda ülkemin Recep Tayyib ve arkadaşları gibi bir ekibin idaresine geçeceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Kaya Boztepe’nin Turkish Forum’da yazılar yazmaya devam ettiğini sanıyorum. Ve burada yazdıklarının harfiyan doğru olduğuna tanıklık edebilirim!
Tabii kullandığı “omurilikli” terimi yanlıştır doğrusu “omurgalıdır”. Ne yazık ki Türkiye’de “omurgalı” insan hemen hemen kalmamıştır, umarım ben yanılıyorumdur!