Ara
Close this search box.

Er Musa

Senelerden 1934.

Atatürk her zaman olduğu gibi müthiş bir öngörüde bulunur.

Emperyalist devletlerin planladıklarından çok farklı biten I. Dünya savaşı sonrası kısa sürede yeni bir dünya savaşı çıkabileceğini, özellikle de Hitler ve Mussouline’ye çok dikkat edilmesi gerektiğini ifade eder.

Çok zorluklar görmüş savaşı kazandıktan sonra inanılmaz bir atılım içerisinde gelişen Genç Türk Cumhuriyet’in barışçıl bir politika izlemesine son derece önem veren Atatürk şöyle der. “Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir.” “Yurtta barış, dünyada barış” diyen Atatürk bir başka konuşmasında halka şöyle seslenir. “Barış ulusları refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her türlü ihtimallere karşı koyacak bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün safhalarını büyük bir uyanıklık içinde izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır. Dünyada milletler bir apartmanın sakinleri gibi kabul edilir. Eğer bir apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkân yoktur.”

İşte bu söylemlerin yapıldığı ülkede 14 Temmuz 1934 tarihinde Kuşadası’na bağlı Selçuk’da denetimlerde bulunan genç kaymakam Dilaver Argun’un yanına bir jandarma eri koşarak gelir, telaş içinde selam durup “Acil” yazan bir telgraf uzatır. Telgrafı okuyan genç kaymakam mahiyetindekilere döner ve “çabuk” der, “dönüyoruz”. Kaymakam telgraf’da yazanları teyit eder etmez olayı Başbakan İsmet İnönü’ye telgrafla iletir. 14 Temmuz 1934’te bir İngiliz savaş gemisi Sisam’ı ziyaret etmiştir. Öğleden sonra, bir sandal içinde 4 İngiliz subay, yarı çıplak halde, Dipburun karakoluna yaklaşırlar. Nöbetçiler, “Dur!” uyarısında bulunurlar, uyarı dinlenmeyince Mehmetcik ateş açar. Bu önemli olayı, yazarak gündeme getiren Halit Çapın, telgrafı şöyle verir. “Başbakan İsmet Paşa Hazretlerine, Kanapiçe erlerinden beşi pusudayken saat 16.00 sıralarında, çıplak olarak bir kotrayla erlerin pusu yerlerine yaklaştıkları ve ikisinin karaya çıktıkları, erlerimizin ‘teslim olun!’ ihtarına rağmen karaya çıkan ikisinin derhal aşağıya atladıkları görüldüğünden, erlerin tekrar uyarıda bulunmalarına rağmen, bunların denize atladıkları, bunlara ateş açıldığı… Birinin deniz üstünde kaldığı… Açılan ateşten birinin öldüğü, birinin de yaralı olduğu… İngiliz harp gemisinin bir Yunan motorunu, sahillerimize göndererek, cesedin bulunmasını rica ettiği anlaşılmıştır.”

Screen Shot 2021-07-19 at 2.40.53 PM

Hemen ertesi gün bir İngiliz savaş gemisi saat 14.00’te limana gelir.

Kaymakam Ankara’ya durumu yine telgraf ile bildirir: “Gözetlemedeyim. Harp gemisinden bir motor, sahilimize yaklaşıyor. Karaya çıkmalarına izin verelim mi?”

Ankara yanıt verir. “Gelen motoru, yalnız liman reisi karşılasın. Siz telgafhane’de bulunun. Sadece liman reisiyle konuşsunlar”. Kaymakam verilen emre uygun davranır ancak İngilizler Kaymakamla görüşmek isterler. Bununla da kalmazlar, Kaymakamı ayaklarına çağırırlar. Kaymakam durumu İsmet Paşa’ya telle bildirir. Bu sırada Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kızılcahamam’da bir yurt gezisindedir. Ona ulaşılır. Birkaç dakika sonra İsmet Paşa’nın şu emri alınır. “Kaymakam liman dairesine gitmeyecektir. Kaymakamı ziyaret etmek istiyorlarsa, Kaymakam gelenleri ancak makamında kabul edebilir.” Karşılarında emirlerini ikiletmeyen devlet görevlileri görmeye alışmış küstah İngilizler mecburen Kaymakamı makamında ziyaret etmek zorunda kalırlar.

Heyette iki İngiliz subayı ile iki de Türkçe bilen Rum vardır. Rumlar, görüşmenin Fransızca yapılmasını ister. Kaymakam Türkçe bildikleri için öneriyi reddeder. Olayı İngilizler, kendi işlerine geldiği gibi aktarırlar. Sözde yüzmek için geldiklerini, koyda kendilerine uyarı yapılmadan ateş açıldığını söylerler. Kaymakam, kaçakçılığı önlemeyle ilgili yasaya aykırı davrandıklarını ve ihtara uymadıklarını anlatarak, İngiliz subaylarının suçlu olduğunu vurgular. Bunun üzerine İngiliz kumandan, hükümetinin yazılı talimatını okur.

Talimatta “İngiliz Hükümeti, Osmanlı Hükümeti’ne şu istekleri, bildirmeyi talep eder, şeklinde başlayan konuşmayı, Kaymakam keser ve şöyle der. “Kumandan Bey, yanlış temas aramaktadırlar. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcisiyim. Osmanlı Hükümeti’nin değil! İngiliz kumandan, kızarır, özür diler. Anlatımı, Türkiye Cumhuriyeti olarak düzeltir. İngilizlerin üç maddelik istekleri şunlardır: 1-Ölen İngiliz subayının cesedinin aranması için, İngiliz motorlarının sahile gelmesine izin verilmesi 2-İngiliz bayrağına tarziye (özür) verilmesi, ölen İngiliz subayının ailesine tazminat ödenmesi 3-Subayı öldürdüğü saptanan, Balıkesirli er Musa’nın cezalandırılması ve verilecek cezanın İngilizlere bildirilmesi. Konuşmalar bitince komutan, Kaymakamı gemiye davet eder.

Kaymakam kabul etmez.

Sahile çıkmak isterler.

Kaymakam izin vermez, durumu Ankara’ya bildirir.

Bir süre sonra, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Kaymakama, İngilizlere verilmek üzere, şu mektubu dikte ettirir. “Kumandan Cenapları! 2 İngiliz hafif motorunun kaybolan cesedi aramalarına izin verdim, bizim tarafta bulunursa, size verilecektir. Bu araştırmalar için görevli gümrük muhafaza motorumuz, İngiliz motorlarına eşlik edecek, araştırmalara özen gösterilecek. Motorumuzun birlikte olması, muhafızların ateş etmesini men eder.” Mektup, liman reisi tarafından İngilizlere iletilir. 17 Temmuz günü, sabaha karşı Başbakan, Kaymakamı arar ve şunları söyler: “İngilizler, adamlarının karaya çıkmadıklarını söylemekteler. Kaymakam Bey’in bu noktaya temas etmemesi dikkatimizi çekmiştir. Hakikat nedir? Bunu hükümetin bilmesi, çözüm için tek çaredir.Adamlar karaya çıkmamışsa dahi, erlerimiz yine vazifelerini yapmışlardır. Elverir ki hükümetimiz, gerçeğe aykırı beyana düşmesin. Bakanlar Kurulu şu an toplantı halindedir. Memurlarımızın ve erlerimizin, korkmadan gerçeği olduğu gibi söylemelerini isterim. Yarım saate kadar cevap bekliyorum.” 18 Temmuz 1934 günü, Sisam’dan 7 savaş gemisi denize açılır. Bunlar Darboğaz’a doğru gelmektedir. Kaymakam durumu Ankara’ya ve İzmir Valiliğine bildirir. Bunların 7’si torpido, 4’ü kruvazördür. Konuyla ilgili askeri yetkililerle sürekli haberleşilir. Kızılcahamam’da bulunan Atatürk, gelişmeleri yakından izler. İngiliz donanmasının, tehdit edici bir biçimde kıyılarımıza yaklaştığı kendisine iletilince, Ankara’ya ve Kuşadası’na, şu emri verir.

Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Musa yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse er Musa için Britanya İmparatorluğu ile savaş göze alınır. Kızılcahamam’dan şimdi hareket ediyorum. Ege bölgesinde kısmi seferberlik emri veriyorum”.

Screen Shot 2021-08-12 at 8.24.25 PM

Dilaver Argun, Atatürk’ün bu çıkışını yıllar sonra şöyle değerlendirecektir. “Bu emir, bu haysiyetli ses, beni ağlattı. Bütün yorgunluğumu alıp götürdü. Atatürk’ün görev aşkını koruyan bu sözlerini, başka kimseden duymadım.” İngilizlerin davranışları izlenirken, bir taraftan da seferberlik emri yerine getirilir. Kuşadası halkının telaşa kapılmaması için, gerekli uyarılar yapılır. Madem ki Gazi Paşa, seferberlik emrini vermiştir; o zaman bu emrin bir an önce yerine getirilmesi gerekir. Atatürk’ün dediği gibi, gerekirse Balıkesirli Er Musa için bütün Türk Ulusu bir kez daha İngiltere ile savaşacaktır.

Bir süre sonra, İngiliz harp Filosu Başkomutanından bir telgraf gelir, bizimle savaşı göze alamamışlardır. 19 Temmuz 1934’te Sisam’dan çekilen telgraf şöyledir: “Kaymakam Bey, Kuşadası. Ölü subayın cesedini aramak için İngiliz makamlarına izin verildiği anlaşıldı. Bunun telgraf ile tekrarını ve onaylanmasını rica ederim. Sisam’da İngiliz Başkumandanı.” Dilaver Bey, Milli Savunma Bakanı Zeki Bey’le görüşür. Akşam üzeri Başbakan İnönü arar. Şunları yazdırır: “Kaymakam Bey’e! 1-İngiliz Donanmasının sizden, cesedi aramak için verilmiş olan iznin onayını istediği anlaşıldı. 2-Tarafımızdan onaylı teyid cevabının verimesi ve motorlarımızın her kolaylığı göstereceğinin bildirilmesi uygun görüldü. İngiliz makamlarının araması sırasında, dostça davranılması ve bir olaya meydan verimemesi lazımdır.” 20 Temmuz 1934 günü,Kuşadası Kanapiçe (Dipburun) koyunda yapılacak tören ile ilgili programı, Kaymakam Ankara’ya bildirir. Törene İngiliz gemilerinin yanında, İzmir’den gelen Kocatepe torpidomuz da katılır.

Denize çelenk bırakılır. Saygı duruşu ve atışı yapılır. Tören dostluk içinde planlanan biçimde yapılır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran,Ulusumuzu çağdaş, uygar ve bağımsız bir devlet durumuna getiren Ulu Önder Atatürk, Balıkesirli Er Musa için İngiliz Emperyalizmi ile savaşı göze almış, izlediği saygın devlet adamı politikasıyla emperyalizme meydan okumuş, onlara geri adım attırmıştı.

Atatürk olay sonrası Kaymakam Dilaver Bey’e 50 lira ikramiye, bir hafta izin ve takdirname gönderdi ancak daha ilginci Mülkiye müfettişleri, İngiliz amiraline çekilmiş olan 9 liralık telgraf ücretini kamu zararı sayıp Dilaver Bey’i mahkemeye sevk ettiler. Kaymakam davada beraat etti.

Omurilikli, onurlu, gururlu, bağımsızlık ve ulusal çıkarlarımızdan ödün vermeyen insanların güzel hikayesi.

Nasıl? Aynı bu günler gibi değil mi?

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir Yanıt

  1. Bu güzel tarihi olayı zamanında ve yerinde ihtiyaç duyulan detaylarıyla yazmışsınız. Elinize sağlık. Ben de Suriye’de görevini layıkıyla yerine getirdikten sonra terfi edecekken malum sebeplerle emekli olan bir albay olarak yaşananlardan utanç duyuyorum. Bu umursamazlık nemelazımcılık boşvermişlik ve koltuk sevdası bizi çok tehlikeli noktalara getirdi. Uçurumun kıyısındayız ama herkes kendini rüyada sanıyor. Yazılarınızı takip edeceğim. Selamlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir