“Millî müdafaamızı, düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. İstanbul mabetleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz mücadelemizde devam etmeye mecburuz”
Mustafa Kemal bunları söylerken, sadece kendi tahtını, kendi geleceği ve rahatını düşünen Padişah ile onun yandaş ve yalakaları Milli Mücadeleyi yok etmek için inanılmaz hainliklerine devam ediyorlardı.
Milli Mücadeleye karşı düşman ile işbirliği yaparak bir ordu kurdular. Silah, araç, gereç ve tüm masraflar İngilizler tarafından ödeniyordu. Alemdar gazetesinin sahibi saray yandaşı Refi Cevad “Bizi kurtaracak olan İngilizlerdir, Türkler kendi güçleriyle adam olmazlar” diyordu. Mustafa Kemal için “kafası ezilmesi gereken bir çapulcu” diyordu.
Sevr Antlaşmasının imzalanması için özel çaba sarfeden hainlerden biri Vahdettin’in en yakını ve şeyhülislamı Mustafa Sabri’ydi. “Bu sözde din adamı, Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti kahbedir” diyordu. Bu hain, Ayasofya’nın hemen yanında Sultan Ahmet Camii’nde şöyle diyordu. “Eyyy Allah’tan korkmayan, eyy peygamberimizden haya etmeyen mahluklar, cenabı hakkın gazabı ve laneti üzerinizde olsun”!
Mustafa Kemal’in idam fetvasını yazıp Dürrizade isimli haine veren kahpe de bu Mustafa Sabri’den başkası değildi. İfadeleri sadece kendisinin değil, hain Padişah’ın da hislerine tercüman oluyordu.
“İngilizlerin, Fransızların ve sair devletlerin, iki paralık Mustafa Kemal kuvvetlerinin baskısına boyun eğerek İstanbul’dan çekip gideceklerine, ancak Kemalist Türk aklı kabul edebilir. Yunana karşı kazanmak İngilizleri kızdırır. Bizim İngiliz gibi muazzam bir devlete karşı kazanma ihtimalimiz yoktur. Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası korartılacak mahlukat Ankara’dadır” diyordu.
Zafer sonrası İngiliz gemisiyle Yunanistan’a kaçtı.
Bu hain fetva hazırlarken işgal gazetesi Le Journal d’Orient’de şöyle bir haber vardı. Mustafa Kemal zorla gasp ettiği 12 odalı köşkünde sabah kalkınca Trablusgarp’da kaybettiği gözünün boşluğuna eliyle cam gözünü yerleştirip Avrupa’dan yanına kadınlar getirtiyor. Kadınların ellerinde parmaklarında halktan toplanmış paralarla alınan kıymetli yüzükler mücevherler var. Anadolu’nun kaderi işte bu kadınların ellerindedir.
Elbette yandaş medya böylesine rezil palavralarla Milli Mücadele ruhuna zarar vermeye çalışıyor, gerçekleri halktan saklıyordu.
12 odalı köşk bir yana dursun, Ankara’da su yoktu. Ekmek yoktu, elektrik yoktu. Kiralık ev bile yoktu. Eski tipik Ankara evleri, toz toprak içinde küçük yollar vardı. Bir yağmurda çamur deryasına dönüşüyordu. Mustafa Kemal ise Keçiören’de Ziraat Mektebi’nde kalıyordu. Ziraat Mektebi’nin tek eğlencesi Doktor Saydam’ın kedisiydi. “Kadife Hanım”! Yaptığı maskaralıklarla herkesi güldürüyordu. Yavruladığında karagah’da herkese şerbet ikram edilmişti.
Zaten sınırlı olan para da bitmiş, ekmek, bulgur bile kalmamıştı. Mustafa Kemal’in özel kalemi olan Mazhar Müfit kürklü paltosunu satmış, en azından bir kaç günlük yiyecek ihtiyaçlarını karşılamıştı. Gaz lambasının önünde sıkıntılı bir şekilde ne yapacağını düşünürken kapı çaldı. Gelen müftü Börekçizade Rıfat efendiydi. Odaya davet ederken Mazhar Müfit’i daha da bir sıkıntı basmıştı. Sadece Paşa için nohutla karıştırıp sakladığı bir lokma kahve vardı ama ne şeker vardı ne de başka bir şey. Ne ikram edecekti şimdi?
Hoşgeldiniz, kahve alır mısınız diye sordu. Yok teşekkürler cevabını aldı. Sigara ikram etti, müftü efendi yine teşekkür ederek “kullanmıyorum” dedi. Oysa hem kahve içtiğini, hem de sigara kullandığını herkes biliyordu. Müftü efendi “fazla vaktinizi almayayım, biraz sıkıntıda olduğunuzu duyduk” deyince Mazhar Müfit “paramız var, sağolun” dedi. Müftü efendi elini cebine attı, masanın üzerindeki küçük kasaya baktı. İçinde paltodan geri kalan ve sadece 48 kuruş bulunan kasanın yanına elindeki mendili koydu. Mendilin içinde müftünün eşi Samiye hanım ile beraber kendi cenazeleri için biriktirdikleri kefen parası olan 200 lira vardı.
İdam için fetva yazan da bir din adamıydı, Börekçizade Rıfat efendi de. Mazhar Müfit sevincini gizlemeye çalışarak “en azından bu gece rahat bir uyku çekerim” diye düşündü”!
Mustafa Kemal ise iki gün neredeyse hiç uyumamıştı. Etrafı ahırlarla dolu olan iki katlı taş bina olan Ziraat mektebinin üst katında derme çatma eşyalarla bir araya getirilen odasındaki yatağa uzanıverdi. Aklında Payitaht ve düşman devletlerinin çıkardığı Anadolu isyanları vardı. Gözünü kapattı ve tam uykuya dalacakken bir ses duydu. Hemen elini yastığının altında bulunan revolver tabir edilen toplu silaha attı ve dikkat kesildi. Yine hafif bir ses duydu ve odasının kapı kolunun yavaşca aşağıya indiğini gördü. Usulca ayak ucu tarafına geçerken yavaşca açılan kapının ardında zifiri karanlıkta içeri süzülmeye çalışan üç kişinin karaltısını gördü. Birden ayağa fırlayıp tabancasını onlara doğrulttu ve “ kimsiniz” diye haykırdı. Hiç beklemedikleri bir şekilde karşılarında dimdik duran Paşa ve onlara doğrultulmuş silahı gören hainler panikledi ve kendilerini tekrar kapının dışına attılar. Karanlıkta merdivenlerden yuvarlanırcasına inerek, düşe kalka koşarak kaçtılar.
Bu ne ilk suikast tertibiydi ne de sonuncusu olacaktı.
Atatürk’e dil uzatan hainlere nispet, tarihi, gerçekleri, yaşananları ve gizli kahramanları anlatmaya devam edeceğiz.
2 yanıt
Boyle bilinmedikler paylasilirsa Atamizin değeri daha cok anlaşılır diye umuyorum.Cok tesekkurler.
Çoğunlukla bilinmeyen yönlerini anlatmaya çalışıyorum çok teşekkürler.