Ara
Close this search box.

Bir Cumhuriyet ve Kuruluş Hikayesi

Screen Shot 2017-05-01 at 7.27.24 PM

Çanakkale’nin en hüzünlü hikayelerinden biridir. Ağır yaralanan Rum asıllı Yüzbaşı Doktor Dimitri, Ali Çavuş’a “Aman Ali Çavuş’um, öldüğümde sakın beni gâvur diye hıristiyan mezarlığına götürmesinler, beni burada kucağımda vefat eden diğer müslüman silah arkadaşlarımın yanına gömün, sana güveniyorum” diye seslenir.

1492’de İspanya’da engizisyondan kaçan yahudilere kapısını açan Osmanlı’dır. Aynı şekilde Hitler Almanya’sından kaçan yahudilere de kucak açan genç Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye’de Atatürk’ün başlattığı eğitim seferbirliğinde bir çok yüksek okul ve branşların önünün açılması ve ilerlemesinde onların payı büyüktür.

Ayrımcılık bilmezdik.

O Türk, bu Kürt, diğeri Rum, beriki Ermeni gibi bir düşünce aklımıza gelmezdi hiç! Ermeni ve Süryani dostlarımız vardı. Paskalya’da ziyaret ederdik onları, onlar da Bayramlarda bize gelirlerdi. Hamur Bayramı ve Şabat’ı yahudi dostlarımızdan öğrendik.

Bir yaz günü Atatürk, Florya Köşküne giderken bir arıza nedeniyle otomobili Kumkapı semtinde duruverir. Şöförü aracı tekrar çalıştırmak için uğraşırken, etrafta oynayan çocuklar merakla bu araca ve içindekilere bakmaktadırlar. İçlerinden bir çocuk Atatürk’e biraz daha dikkatli bakar ve hemen selam durur. Atatürk küçük çocuğa sorar, “niçin selam veriyorsun, beni tanır mısın”?

“Elbette tanırım ya” der çocuk, “sen hepimizin babası Atatürk değil misin”?

Atatürk’ün hoşuna gider, “nereden tanıdın, hiç görmüş müydün beni”?

“Hayır” der çocuk, “ama annem yatağımın baş ucuna senin resmini yerleştirmiştir! Benim gibi küçük ve fakir yetimlerin şefkatli manevi babası olduğunu anlatır hep. İşte seni o fotoğraf sayesinde tanıdım”.

Gülümser çakmak gözlü, “pekiyi” der, “ama ben seni tanımıyorum, adın ne senin”?

“Artin” der çocuk, “benim adım Artin”.

Bu yetim çocuğun annesini tanımak için eve giderler.

Tertemiz, küçücük o fakir evde kocaman bir resmi vardır Atatürk’ün.

Bir resim de çocuğun başucunda. Aynı Artin’in tarif ettiği gibi.

Eğitim masraflarını şahsi bütçesinden üstlendiği bir çok çocuktan sadece bir tanesidir Artin.

İnsanların inançlarını, dinlerini, dillerini, renklerini değil, sadece insan oluşlarını önemseyen o deha, her zaman halkın içinde olmuş, halkı için yaşamıştır.

 

Bizden biridir.

Protokollere, gösterişlere, maddiyata değil, halkına önem veren biridir.

İnsana, bilgiye, kültüre, sanata değer veren biridir. Son derece naziktir, her zaman kibardır. Hayvan sever, doğa sever, duyarlıdır, adaletlidir, düşüncelidir.

“Paşam” derler, “saat geç oldu konuşamadık, yarın Meclis gündeminde vekillerin maaş konusu var”. “Aman” der, “çocuk, dikkat edin muallim maaşlarından fazla olmasın”!

Durmaksızın okur, uzmanları çağırır, tartışır, dinler ve en önemlisi her zaman halkı dinler. Halkın içinde olmaya önem verir.

Bir sabah Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönerken, istasyon önüne geldiklerinde seslenir, “çocuk dur burada” der şöförüne. Başyavere seslenir, “sorunuz, tren var mı”?

Az sonra hareket etmek üzere olan trene apar topar yetişip binerler. Ani verilmiş bir karar olduğundan kimse görüp, anlamadan oturuverirler. Bir süre sonra, her şeyden habersiz olan kondüktör, Ata’nın bulunduğu kompartımana gelip oturanları görünce geri döner. İşte o zaman seslenir Atatürk, “görevinizi yapınız, bu efendilere niçin bilet sormuyorsun”?

Oturanlardan biri “Paşam, biz milletvekiliyiz, tren bileti almayız, seyahatlerimiz ücretsizdir” der!

Atatürk şaşırmıştır, hayretle, “oh ne ala, böyle ayrıcalık olur mu, çok ayıp ve çok acayip bir usul, ne güzel halkçılıkmış bu” der.

Çünkü o halkçıdır.

Ona verilebilecek en büyük ceza, halk ile iç içe olmamaktır.

19164219_ataturkcocugu2839cb                                                        tumblr_o6249eOJbl1tjzxmvo1_1280

Ege Vapuru ile Mersin’den dönerken Fethiye’de mola verirler. Kasabada halk şenlik yaparken, gemilerden de havai fişekler atılmaktadır. Kendisine eşlik eden Zafer Torpidosu’nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri, Zafer Torpidosu kumandanına bir torpil atmasını söyler.

Torpido Kumandanı “hay hay efendim” der, “yalnız bir torpilin değeri elli bir liradır”.

Bunun üzerine Atatürk “vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir” dedikten sonra torpido kumandanına döner ve “sizi tebrik ederim” der.

Ne halk ne de devlet için çalışanlar ondan korkmazlar çünkü. Onun istediği gibi hep doğruları söylerler. Korku yerine derin bir sevgi ve saygı vardır.

Atatürk sadece savaş alanında büyük zaferler kazanan bir şahsiyet olsaydı yalnızca “büyük bir asker” olarak anılırdı. Oysa Atatürk sadece “büyük bir asker” olmanın çok ötesinde bir dehaydı. Savaştan yeni çıkmış yokluk, kan ve göz yaşı içinde bir ülke vardı. Yol, su, elektirik yoktu. Okul, hastane yoktu. Ziraat bitmişti. Üretim, sanayi, altyapı yoktu. Banka yoktu, para yoktu, pamuk, sargı bezi yoktu!

Okuma oranı yüzde 3’dü. Okumuş nesilin çoğu şehid olmuş, geriye çoğunluk olarak kadınlar, çocuklar ve yaşlılar kalmıştı. Doktor, hemşire, mühendis, öğretmen yoktu.

Bütün bu yokluklar içinde konservatuar açan bir deha sadece “çok iyi bir asker” olmanın çok ötesindeydi. Bu yokluk içindeki ülke de Gayri Safi Milli Hasıla 7 yıl içinde neredeyse tam 500 misli büyümüştür. 1932 yılında genç Cumhuriyet kendi otomotiv ve uçak sanayisini kuran, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri konumuna ulaşmıştır.

Her alanda ya devrim, ya da devrim niteliğinde yenilikler vardır. Küçüğünden büyüğüne, kadınından erkeğine herkes bağımsız, onurlu bir gelecek için çalışmaktadır. Ümmet’den millete uzanan yolda en önemli gelişmelerden biri de adalet sisteminde yapılanmadır. Hukuk devrimi sürecinde yeni yasalar çıkarılırken bu çalışmanın başında dönemin Adalet Bakanı, Atatürk’ün en çok güvendiği isimlerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt vardır.

Mahmut-Esat-Bozkurt                               mahmut-esat-bozkurt-ataturk-ile-birlikte

Kimdir Mahmut Esat Bozkurt?

Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye’de hukuki temellerinin atılmasında katkılarda bulunmuş bir devlet adamıdır.

Ege çocuğudur. Gençlik yılları II. Abdülhamid yönetimine karşı mücadeleyle geçmiştir. Önce İstanbul Hukuk daha sonra İsviçre’de Lozan ve Freiburg üniversitelerinde öğrenim görmüştür. Doktorasını kapitülasyonlar konusunda tamamlamış, İzmir’in Yunanlar tarafından işgalinden sonra herşeyi bırakarak memleketine koşmuş, Kuva-yi Milliye ve Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal’in emriyle hukuk reformunun temellerini atan Profesör Mahmut Esat Bozkurt, “Cumhuriyet Savcısı” kavramının yaratıcısıdır. Bu konu o kadar çok ses getirmiştir ki, eninde sonunda şikayet olarak Atatürk’ün kulağına kadar gitmiştir.

Neden Cumhuriyet Savcısı?

Cumhuriyet Valisi diye bir kavram yoktur. Ya da Cumhuriyet Büyükelçisi. Cumhuriyet vekili, hükümeti, yargıcı, emniyet müdürü veya içinde “Cumhuriyet” geçen hiç bir makam yokken “Cumhuriyet Savcısı” kavramı da nereden çıkmıştır?

Atatürk izahat ister. Neden “Cumhuriyet Savcısı” Bozkurt?

“Cumhuriyet’i korumak için, gerekirse herkesden, her makamdan hesap sormak için” der. “Devletin her kademesinde olanlar yanlış yapabilirler. Hukuk dışına çıkabilirler. Onlara millet, devlet ve ikisini de kucaklayan cumhuriyet adına hesap soracak olan savcılardır. Onun içindir ki sadece savcılar için -cumhuriyet savcısı- denilmelidir.”

Atatürk gülümser ve “devam et Bozkurt” der.

Savcılara “cumhuriyet savcısı” unvanının verilmesi ve bu unvanın içinin de “yetkiyle” doldurulması işte böyle başlamış, Cumhuriyet’in temelleri böyle atılmıştır.

 

 

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir