Yurtdışı farklıdır.
Genelde insanlar daha bir dayanışma içindedir.
Bu gelenek Cemaat ile bozuldu.
Bizler ve onlar ayrışması çıktı.
Aslında ortak amaçlar için yapılabilecek çalışmalar vardı ama düşününce Cemaat ile iç veye dış politika konusunda ortak da fazla bir şey olmadığını görmek için çok zeki olmaya gerek yok. Hükümetin İsrail ile çatıştığı gemi olayında bile bu son derece açık ve netti.
Türkiye yardım gönderecek.
Sanki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yardıma ihtiyacı olan Türk vatandaşlarının sorunları halledildi de Filistin kusur kaldı.
İsrail diyorki gelemezsin buralar benim topraklarım.
Yok diyor bizim hacılar, biz geliriz, yardım yapacağız.
Tamam diyor İsrail, siz yardım yapacaksanız bizim nezaretimizde yaparsınız.
“Olmaaz” diyor bizim hacılar.
Yahu o gemideki sözde Türk vatandaşı olan adamların suratlarını gördünüz mü hiç televizyonlarda filan.
Bin Ladin bile tip itibariyle filinta gibi delikanlı durur yanlarında. Adamların ağzından “barış ve islam”adına salyalar akıyor.
Utanıyorum bunlar Türk veya müslüman demeye.
Şimdi mantıklı bir düşünelim.
İsrail kalksa dese ki biz Güneydoğuya insanı yardım yapacağız, gemilerle yola çıktık.
Ne diyecek Türkiye?
Buyrun gidin istediğiniz gibi dağıtım yaparsınız mı diyecek?
Böyle bir zekasızlık var mı?
Tabii kol kırılır yen içinde kalır, biz yurt dışında Federasyon olarak sessiz kaldık, ilişkilerin düzelmesi için çaba sarf ettik ama Cemaat ne yaptı dersiniz?
Hoca Efendi’nin demeçleri New York Times’larda uçuştu, İsrail’İ öven, Türkiye’yi yeren yazıları tüm basını süsledi.
Al sana müslüman Türk vatandaşı.
Sanki adam büyük düşünür.
Kimsin sen?
Sıfatın ne?
Bizler ise bir yandan iyi bir organizasyon ve planlı çalışarak imkansız denilen birçok faaliyeti başarıyla gerçekleştirebileceğimizi artık görmüştük.
Başkan Bush ile Görüşme
İletişim kurmanın önemi ve en çarpıcı örneklerden biri ise Başkan Bush ile görüşmem sırasında gerçekleşmişti.
Kenan Evren ile Reagan buluşmasına şahit olmuştum. Sonraki yıllarda Baba Bush ile de tanışmıştım.
Hatta onun seçim kampanyalarında çalışmıştım ancak ilk defa davetli olarak bir Amerikan Başkanı ile tanışacaktım. Benim için çok gurur verici ve heyecan dolu bir andı.
(İletişim ve liderlik konularında ders veren birisi olarak, ikili ilişkilerin, sosyal çalışmaların ne kadar önemli olduğunu her zaman söylerim. Artık kimse devlete çalışmıyor. Herkes hükümete çalışıyor. Şu an olduğu gibi kimse doğru olan nedir, bu konularda bize kim yardımcı olur demiyor. Çapsız, yerini hak etmeyen insanların yalakalıkla makam sahibi olduğu bir devir yaşıyoruz. Aynı Amerika’da sözde Büyükelçi, özde yalaka olan ve benim kendisine akape Amerika müdürü dediğim şahıs gibi).
Toplantı sonrası izlenimlerimi yazdığımda Federasyon içinde yer alan Başkonsolos ve yalakaları bir haber çıkarmışlar. Diyorlar ki biz Beyaz Saray’ı aradık, öyle bir randevu yokmuş.
Bunu söyleyenler bırakın İngilizceyi, Türkçe konuşmaktan acizler.
Yani bizim bize ettiğimizi düşman bize etmez.
Hikaye içine hikaye katmam lazım.
Adam őlműş, Cehenneme gitmiş.
Koca koca kazanlar.
Kaynar pisliklerin içine batıp çıkıyorlar.
Her kazanın başında bir zebani.
Arada bir, kafayı kaldırıp kazandan çıkmaya çalışan olursa kafalarına vuruveriyorlar sopayla.
Adam bakmış kazanların bir tanesinin başında ne şeytan var ne de nöbetçi.
“Bu kazanda niye kimse beklemiyor.” diye sormuş.
“Gerek yok, orada Türkler var.” demiş şeytan.
“Anlamadım, ne olur Türkler varsa?”
“Orada yükselip çıkmaya çalışan biri olursa kendi vatandaşları zaten paçasından çekip aşağıya indiriyorlar, bizim başlarını beklememize gerek kalmıyor.” demiş şeytan.
Velhasıl biz Yalçın Ayaşlı isimli bir iş adamımız ve TCA adlı kuruluşun çabaları sayesinde o zamanın Asamble Başkanı Nurten Ural, TCA Başkanı Lincoln McCurdy, Direktörleri Güler Köknar ve ben soluğu Bush’un yanında aldık.
Tam o gün de, New York Valisi Eliot Spitzer’ in istifa etmesine sebep olacak olay tüm basının ilk gündem maddesiydi.
Adam bazı hayat kadınları listesinde 10 numaralı müşteri olarak yer alıyormuş.
Ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kaldı.
Evet, Amerika’da hala insanlar hatalarından utanıp istifa ediyorlar, hani öyle bir haberiniz olsun.
Neyse, dönelim konumuza.
Başkan Bush ile fotoğraf çekilecek.
Karşılıklı konuşurken inanılmaz sempatik, sıcak kanlı biri Bush.
Tam fotoğraf çekilirken lazlığım tuttu, flaş patlarken gözlerimi kapattım.
“Durun” dedim, “olmadı, bir daha çekeceğiz”.
“Niye?” dediler.
“Gözlerim kapandı, bir daha çekelim.” dedim.
Bush “herhalde bu fırsatı kaçırmak istemiyorsun” dedi gülerek.
“E, herhalde, hergün beraber golf oynamıyoruz” dedim ben de.
Güldü.
“Egemen nasıl?” dedi.
Egemen Bağış’ı soruyor.
“Çok iyi” dedim, “mecliste sana tezkere çıkaracakmış, selam söyledi”.
Biliyorsunuz tezkere meclisten geçmemişti!
Bu sefer kısa bir kahkaha attı, “hah haa, işte bu komik” dedi.
“Sen beni ikinci kadehten sonra gör, kırılırsın” dedim.
Biz gülüştükçe aşağıdan bizi kesen bir adam var, merakla bakıyor.
“Akşam yemek listesinde varsınız değil mi?” diye sordu Bush.
İstifa etmek zorunda kalan Valinin müşteri listesi geldi aklıma, güldüm.
“Evet dedim listedeyiz, hatta ben listede 11 numaraydım, bugün bir eksilme olmuş 10 numaraya terfi ettim”
Kısa bir şaşkınlık ifadesinin yerini Hah haa diye bir kahkaha aldı, katıldı bu sefer Bush.
“Komik, bu gerçekten komik.” diyor bir yandan.
Ben bu arada aşağıda merakla bizi izleyen adamın yanına çağırdığı iki kişiye bakarak dudaklarını okuyorum.
Beni göstererek “kim bu herif” diye soruyor.
Aşağıda yemek salonuna inince tanıştık.
Cumhuriyetçilerin Kampanya menejeri, Schmidt isimli çok tanınmış bir adam.
Yanında çok sevdiğim kader arkadaşım Teksas Derneği Başkanı hemşerim Şaduman Gürbüz sayesinde tanıştığım ve çok iyi dost olduğum Teksas Kongre üyesi Jeb Hensarling ile başladık sohbete.
“McCain kampanyası için ne düşünüyorsun?” diye sordu.
“Kendisini çok seviyorum, çok saygı duyuyorum ama seçimleri kaybedeceğimizi düşünüyorum.” dedim.
Şaşırdılar.
“Niye?” diye sordular.
Geçen gün kapı çaldı ve (o zaman) lise öğrencisi olan kızım kapıyı açıp bana seslendi.
“Babaaa, McCain bize telgraf göndermiş.”
Baktım kampanya için üzerinde McCain Başkan yazılı bir telgraf, ver kızım dedim.
Kızım telgrafı verdi ve sordu.
“Babacığım, telgraf ne demek?”
Obama ve ekibi hep gençleri ve bugüne kadar oy kullanmamış bir potansiyel üzerinde çalışırken biz gençlerin ne olduğunu bile bilmediği telgraf kampanyası yapıyoruz dedim.
Bir de Cumhuriyetçiler birinci ve ikinci jenerasyon Amerikalılara önem vermiyorlar. New Jersey’de yaşayan binlerce Amerikalı Türk var. Vergilerini öderler, çalışırlar, polisle başları derde girmez, kanuna, kurala uyan kimseler ama örneğin onlara hiç ilgi göstermiyorsunuz dedim.
Böyle başlayan sohbet benim New Jersey’de Kongre’ye aday olmam konusuna kadar geldi. Burada esas anlatmaya çalıştığım, diyalog ve ikili ilişkilerin ne kadar önemli olduğu konusu.
Aynı şekilde New Jersey 6. Bölge Kongre üyesi Frank Pallone denen adamın katıksız bir Türk düşmanı olmasının ana sebebi bölgesinde yaşayan Ermeni nüfus, onlardan gelen para, oy ve kurulan iyi ikili ilişkiler yüzünden.
Kongrede her bölgeden seçmenlerimizle beraber kongre üyelerini ziyaret edip ilişkilerimizin iyi olduğu üyeleri yakın takibe alıp, karşımızda olanlarla diyalog yolları arıyoruz.
Türk düşmanı Pallone’u da ziyaret etmek üzere randevu aldık.
Konuşmak için ofisine gittik, Kongre binasındaki odasında Ermeni halıları, Ermeni posterleri, kesilen insanların resimleri ve oluşan kan gölü üzerinde ay yıldız.
Eh, pes yani.
Küstah, terbiyesiz, şımarık bir adam.
Tatsız bir görüşme sonrası, size söz veriyorum, New Jersey’deki her haneyi, her evi tek tek kapılarını çalarak gezecek ve bize yaptığınız bu çirkin saldırıların hesabını soracağım dedim diye “tehdit edildi” haberleri çıkmıştı.
Biz tek tek gezdiğimiz Türk evlerinde yaşayan vatandaşlarımızı Amerikan Vatandaşı yaparak oy kullanmak için kayıt olmalarını bile beceremedik oysa. Ücretsiz vatandaşlık dersi, İngilizce dersi verirken bile muhalefet ile karşılaştık. Başarısız olmamız için ellerinden geleni yapan yalaka muhalifler eksik olmadı hiç.
“Türküm, Doğruyum, Amerikalıyım” kitabımdan.
Şimdi “Fetö’cü bunlar” diye bağrışan akabe ekibi ve yalakalar biz bu satırları yazdığımız zamanlarda “beraber yürüdük biz bu yollarda” diyerek “Hoca Efendi” hazretlerinin içtiği bardaktan su içmek, elinden bir tespih almak için akıllara zarar bağışlarda bulunuyor, bizim protesto gösterileri yaptığımız fetö’nün evinin önünde kuyruk olup icazet alıyorlardı.