“Je ne sais pas PAT KŰTT” diye sesini yükselterek seslendi bana, şaşırdım baka kaldım!
O da ne demek dedim şaşkınlıkla.
Kısa keyifli bir kahkaha attı, “baban” dedi. “Yűksek sesle Fransızca çalışırken benimle bőyle dalga geçerdi işte, PAT KŰTT”!
“Dűşűnebiliyor musun lise çıkışı Galatasaray’da Orhan Veli’yi dinlerdik” dedi.
“Yıllar sonra Karadeniz’de Devletin Hazine Avukatı olarak çalışırken beni bir Ístanbul Beyefendisi olarak tanıştırmıştı Vali Bey” dedi. “Őyle miyim, değil miyim bilemem ama o zamanlar Beyoğlu bir kűltűr merkeziydi, edebiyat hocamız Yahya Kemal Beyatlı’ydı, dűşűnebiliyor musun” dedi tekrar.
Gőzleri dolu, nefeslendi, belli ki daha sőyleyecekleri var, hiç sesimi çıkarmadan kafamı salladım.
“Muhsin Ertuğrul, ile Hamlet, Tepebaşı Sahnesi’nde Ekrem Reşid Rey ve Cemal Reşid Rey’in yazıp bestelediği operetler, her mevsim bir Shakespeare temsiliyle açılma geleneği, Molière, Goldoni, Schiller gibi klasiklerin yanı sıra Dostoyevski, Çehoh, Bernard, Pirandello izleyerek yetişen bir nesiliz bizler, Atatűrk Tűrkiye’si bőyle bir şeydi” dedi.
“Íşte ben bunu neye borçluyum biliyor musun” diye sordu bana.
Cevabımı beklemedi.
Zaten sormaya niyetim de yoktu, sadece dinlemek istiyordum bu yakışıklı genç çınarı.
Gőzlerinden akan yaşı saklamaya çalıştı őnce.
“Babanla kuzen değildik ki biz, kardeşten őteydik, kader birliği etmiş arkadaşdık” dedi sesi hafif titreyerek.
Pazar kahvaltısına bile her zaman olduğu gibi son derece şık giyinmiş olarak geldi.
Saçlar taralı, jilet bir traş, çok iddialı gőrűnmeyen ancak son derece uyumlu spor bir takım. Mis kokan Bembeyaz bir gőmlek, kolalı mı acaba diye incelemekten alamadım kendimi. Őzenle seçilmiş boyalı ayakkabıları, kemer ve saat kayışı da aynı şekilde uyumlu ve aynı renklerde.
Saatini babam gibi kolunun dışına degil de, içine gelecek sekilde takmıştı. Őnce o mu yoksa babam mı akıl edip de őyle takmaya başlamışlardı acaba, merak ettim ama soramadım.
Ordu şehri Boztepe’nin eteklerinde.
420 metre yűkseklikteki Boztepe’ye doğru dűrűst yol bile yok o zamanlar. Koç boynuzu gibi dőne, dőne tırmanıyorsunuz yukarıya doğru. Sadece at sırtında ya da jiple çıkabiliyorsunuz.
“Bir başka seçenek daha var derdi baban” dedi.
Nedir diye sordum.
Gűlűmsedi. “Tabanvay” dedi!
Kar, kış, yağmur, çamur demeden kőyden şehre hergűn umutla yűrűműş okumak için. Babamın ona gőnderdiği ve kőy evinde dedemden kalan kitapları, romanları okuyarak hayaller kurmuş.
“En bűyűk keyfimiz babanla mektuplaşmaktı” dedi.
Şehirdeki çocukların bile kar yűzűnden gidemediği okuluna kan, ter içinde, karlara bata çıka sırılsıklam yarı donmuş bir şekilde gidince műdűr bakmış “işte adam olacak çocuk” demiş.
O şartlarda okula giderek, gaz lambasında ders yaparak hep birinciliklerle mezun olmuş.
Bu gűzel rűya ancak ortaokul bitene kadar sűrműş tabii.
Sonra?
Sonrası yok.
Ordu’da lise yok.
Lise için ya bűyűk bir sehre gitmesi lazım ya da okul hayatına son vererek bir işe girip çalışmaya başlaması.
Sıkıntı içinde babama yazmış tekrar, n’apacağım ben diye dert yanmış. “Merak etme Hilmi, ben halledeceğim” demiş babam.
“Íşte sana hayatımın en őnemli gűnűnű anlatacağım” dedi Hilmi Amcam.
Babam Ístanbul’da dedemle konuşmuş.
Bize de yoldaş olur baba okumalı bu çocuk, beraber gidip geliriz, sana da yardımcı oluruz demiş.
Ordu’da Ocak evimizde dedem bűyűk amcamla konuşurken onlar da arka odanın girişine saklanmışlar. Dolabın arkasından sessizce, nefes almaya korkarak konuşulanları dinliyorlar.
“Bu çocuğu okut ağbi” demiş dedem.
Ístiklal madalyalı Masmavi boncuk gőzlű bűyűk amcam Mustafa da “gűcűműz yetmez Feyzi, nasıl okutalım” diye cevap verince dedem “gőnder Ístanbul’a ağbi, bir hal çaresi bulurum ben” demiş.
“Íşte hayatımın dőnűm noktası, işte hayatımın en őnemli anlarından biri buydu” dedi bir iç çekerek.
“Bunu duyduğumda kalbim yerinden fırlayacak sandım” dedi.
“Ístanbul Beyefendisi” dedi ve gűlűmsedi.
“Okuyabilecektim, Ístanbul’a gidecektim babanın yanına, anlayabiliyor musun” dedi gőzlerimin içine bakarak hafif titreyen sesiyle.
Sanki daha dűn gece başına gelmiş bir olayı anlatıyordu bana.
Sessizce bakışmışlar babamla, aynı bunları bana anlatırken yaptığı gibi, gőz yaşlarını saklamaya çalışarak.
Arkasına yaslandı konuşamadı bir sűre.
Ne gűzel bir Pazar kahvaltısıydı.
29 Nisan 2015
New York
3 yanıt
Basin sagolsun Kaya.
Amcanin yolu nur taslari ile doseli olsun, sana da sabir diliyorum.
Yazınızı okurken, amcanızı dinliyorum gibi hissettim. O kadar içten, o kadar sevgi dolu anlatmışsınız ki… Başınız sağolsun, sabırlar diliyorum “Istanbul Beyefendisi” sevgili amcanızın yolu ışıklı olsun
Şimdi neden diye ve koskoca bir soru işaretiyle bu durumlara geldiğimiz irdelenecek olursa bunun suçunun siyasilerden çok onlara tesir edenlerin çok büyük rol oynadığının sonucuna rahatlıkla varabiliriz, misal mi ,işte misal 1) Normal liselerden çıkan nesiller işimize yaramaz bol bol i hatip açalım diyen CevdetSunay vb etkileyiciler!!! Bu da yeter sanırım fazla lafa gerek yok….!İşte bu akıl ülkeyi şimdiki hale taşımıştır!