Televizyonun tek kanal olduğu dönemlerde “Hangisi Doğru?” diye eğlenceli bir yarışma programı vardı.
Bir cisim veya bir konu üzerine üç kişi konuşur ancak konuşanlardan ikisi yanlış biri doğruyu söylerdi. Yarışmacılar da kimin doğruyu söylediğini bulmaya çalışırlardı. O zamanlar insanların okumaya, eğitime, bilgiye, görgüye ve genel kültüre önem verdiği zamanlardı.
Son zamanlarda ise durum biraz farklı. Arzu ederseniz deneyin, kendiniz görün. Sosyal Medya’da yalan, yanlış bir tekerleme veya atasözü yazın. Örneğin “Ayı’ya sormuşlar neden boynun ince diye, kendi işimi başkalarına yaptırırım, ondan demiş” şeklinde.
Altına da bir imza çakın lütfen fiyakalı tarafından.
Bu Napolyon veya Mevlana filan olabilir.
Önemli olan tanınmış, bilinmiş bir isim olsun. İnanın okuyanların çoğu bunu anlamayacaktır.
“Ak akçe karagün içindir” diyerek altına “Konfüçyüs” yazabilirsiniz rahatlıkla.
Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in ”söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması o kadar kolaylaşır” söylemini haklı çıkaran bir çok örnek sayabiliriz.
Birisi kalkıyor ve hiç bir belgeye veya kaynağa dayanmayan bir kitap yazıyor, bir başkası daha sonra bu mesnetsiz kitabı referans olarak kullanıyor. Kimse de kalkıp “dur bakalım, nereden çıktı bu bilgi” diye sorgulamıyor. Medya’da bir bilgi akışı var ancak çoğunlukla bu söylenen doğru mudur, gerçek midir diye bakılmıyor.
Toprağı bol olsun Uğur Mumcu’nun en sevdiğim söylemlerinden biridir, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak”.
Araştırmadan, incelemeden, düşünmeden fikir sahibi insanlar her yerde konuşuyor.
Benim en çok dikkatimi çeken konu ise bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde konuşulan Lozan Antlaşması ve Boğazlar konusudur.
Maalesef bu konuda, ciddi bir yanlış bilgi akışı söz konusudur.
İşin aslını öğrenmek için 23 Ağustos 1923’e gidip Meclis tutanaklarına bakmak gerekir. Çünkü bu tarihte TBMM vekilleri ellerini kaldırıp oy kullandılar ve Lozan Barış Antlaşması’nı onayladılar. İşgalcilere, “size 40 gün süre, Boğazlar bölgesini boşaltın” dediler.
40 gün sonra Atatürk’ün dediği oldu.
Geldikleri gibi gittiler.
Gittiler ama Lozan’a göre boğazlara asker yerleştiremiyorduk.
Askersiz ve savunmasızdık.
Bir başka konu ise kurulan Boğazlar Komisyonuydu.
Dokuz devletin delegelerinden oluşan bu komisyonda Türkiye’nin sadece tek oyu vardı ve boğazlardan geçen ticari ve savaş gemilerini denetleme hakkımız yoktu.
Bu İtalya’nın 1935’de şimdiki Etiyopya yani Habeşistan’ı işgal edip, Oniki adayı silahlandırmasına kadar sürdü.
Bu olayı fırsat bilen Türkiye değişen şartları öne sürerek Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir savaş tehditi olduğu savı ve yoğun bir diplomatik çabayla İsviçre’nin Montreux şehrinde Haziran 1936’da bir konferans yapılmasını sağladı ve 20 Temmuz 1936’da Montreux Sözleşmesi imzalandı. Bu tarihi başarıya İngiltere, Fransa, Japonya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, SSCB ve Türkiye ile konferansa sonradan katılan İtalya’da imza attı.
Montreux Boğazlar Sözleşmesi, 9 Kasım 1936’da yürürlüğe girdi ve Lozan’da imzalanmış olan sözleşmenin yerine geçti.
Bu sözleşme ile Uluslararası Boğazlar Komisyonu’nun yetkileri Türkiye’ye geçiyor, Boğazların denetimini tümüyle Türkiye üstleniyor ve Türk askeri bölgeye giriyordu. Boğazdan geçişler ticaret ve savaş gemileri, hava ulaşımı, barış ve savaş zamanı ile savaş tehdidi durumlarına göre tekrar düzenleniyordu.
Bunlardan başka Karadeniz’de kıyısı bulunan ve bulunmayan devletler ile geçiş yapmak isteyen gemilerin tonaj, zaman ve geçiş kısıtlamaları şeklinde detaylandırılıyordu. Türkiye’nin katılmadığı bir savaşta, savaşan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçişleri yasaklanmış, eğer Türkiye bir savaşın içindeyse, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümetinin tümüyle dilediği gibi davranması hakkı tanınmıştır.
Atatürk, 1 Kasım 1936 günü Meclisi açarken yaptığı konuşmada, Montreux Sözleşmesi’ne şöyle değindi:
“Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar, artık tam anlamıyla Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yeri haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasaktır ”.
Türkiye 70 küsur yıldır gerek barış gerekse de savaş döneminde, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’ni titizlikle uyguladı ve her yıl sözleşmeyi imzalayan devletleri hiç aksatmadan bilgilendirdi.
Anlaşılan özellikle Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yapılan antlaşmalar, komşularla kurulan ilişkiler ve Atatürk’ün ileri görüşlerine daha fazla yer vererek bugünlere nasıl gelindiğini örnek göstermemiz gerekiyor.
Milli Mücadele’den Lozan Antlaşmasına kadar, “cebren ve hile ile” unutturulmak istenen veya çarpıtılan gerçekleri halkımıza ve özellikle gençlerimize anlatmak boynumuzun borcudur.