Yazı dizimizin ilk bölümünde Mustafa Kemal’in Anadolu’ya nasıl geçtiğini ve Vahdettin ile Damat Ferit’in hainliklerini detaylı bir şekilde belgeleriyle açıklamış, ikinci bölümde de Mustafa Kemal’in Çanakkale sonrası nasıl ve nerede Paşalık rütbesine eriştiğini anlatmıştık.
Doğu bölgemizde Rus işgali sonrası, Bitlis, Muş, Siirt, Bingöl ve Çapakçur dahil olmak üzere tüm bölgeyi tekrar ele geçirip, Rus ordusunu darmadağın eden Albay Mustafa Kemal, artık Mustafa Kemal Paşa’dır.
Dağılan Rus ordusu ağır kayıplar vererek panik halinde kaçarken Bağdat’ın düştüğü haberi gelmiş, Mustafa Kemal Paşa yeni görev için hemen İstanbul’a çağrılmıştır. İşte tam da bu olay sonrası, Osmanlı siyasetine yön veren Enver, Talat ve Cemal Paşa üçlüsü akıllara durgunluk veren bir karara imza atarlar. Almanlarla anlaşarak onlardan 5 milyon altın maddi yardım ve bir de ithal, Alman kumandan isteyerek, Alman komutasında Türk ordusunu Bağdat ve Kudüs’e sürmek hayalindedirler.
Mustafa Kemal bu olayı daha önce Çanakkale’de yaşamıştır.
Düşmanın nereden ve nasıl çıkartma yapabileceklerini ısrarla ifade etmesine rağmen bunu Alman komutana dinletememiştir. Binlerce şehit vermemize sebep olan düşmanın çıkartma yapması sadece Almanlara yaramıştır çünkü bu şekilde İngilizler büyük güç ve vakit kaybetmiştir. Oysa Mustafa Kemal, çıkartma yapılacak yerlerde, kendisinin tespitlerine uygun hazırlık yapılmış olsa, Türk ordusunun bunca şehit vermeden yine aynı zaferi kazanmış olacağını bilmektedir. Enver Paşa’nın ısrarla maddi yardım ve orduların başına Alman komutan isteyerek Bağdat üzerine yürümek istemesi de buna çok benzer bir senaryodur.
Mustafa Kemal Paşa “Almanların teklif ettiği plan bizim için intihar olur, güney ve doğu bölgelerimizi tamamen kaybederiz” diyerek, en başta Enver Paşa’ya Almanların yaptıkları 5 milyonluk altın yardımının kullanım hakkının sadece Alman konutanların elinde olmasının sakıncalarını anlatır. “Bunlar bu parayla Arap aşiretlere rüşvet dağıtacak adam alacak, mehmetçiğin kanı dökülecek ve bizim sırtımızdan zengin petrol ve maden yataklarının olduğu bölgeye girip bize tekmeyi vuracaklar.”
İşte tam da bu sıralarda yaşanan bir gelişmeyle Enver Paşa’nın aklına Mustafa Kemal’i veliaht Vahdettin ile Almanya’ya göndermek gelir. Çünkü Enver Paşa hala Almanlara inanmakta, Mustafa Kemal’in de Almanya’ya gidip ordu komutanları ve İmparator’u görüp tanıyınca Almanların gücüne onun da inanacağını düşünmektedir.
“Mustafa Kemal, Vahdettin ve Gerçekler” yazımızda, Mustafa Kemal ile Vahdettin’in tanışmasından başlayarak, Almanya seyahati öncesi ve sonrası yaşananları dile getirmiştik. Seyahate çıkmadan önce veliahtı ziyarete giden Mustafa Kemal Paşa ile seyahate askeri müşavir olarak katılacak olan, aynı zamanda harp okulundan Mustafa Kemal’in hocası olan Albay Naci (Eldeniz) saraydan ayrılırlarken şaşkınlık içindedirler.
Veliahtın çocuk gibi zıplayarak bir oturup, bir kalkması, ani reaksiyon sonrası cevap vermeden gözlerini kapatıp susup oturması, sorulan sorulara cevap vermemesinden başka, Mustafa Kemal Paşa, veliahtın konuşulanları anlayıp anlamadığına dair bir şüpheye düşer. Sirkeci’den ayrılırken bile askere nasıl ve ne zaman selam verileceğini bilmemesi Mustafa Kemal’i düşündürür. Naci Eldeniz ile aralarında konuşurlar, bu adam mı ileride ülkeyi yönetecektir?
Yola çıktıktan bir zaman sonra Paşa’ya haber gelir. Vahdettin, Paşa ile görüşmek istemektedir. Mustafa Kemal derhal onun bulunduğu vagona geçer. Vahdettin eliyle yer gösterir, Paşa oturur. Vahdettin konuşmaya başlar.
“Afedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç dakika evveline kadar kiminle seyahat etmekte olduğumu bana izah etmemişlerdi. Ancak trenin hareketinden sonra aldığım bilgi üzerine, yüzünü görmeden çok iyi tanıdığım ve takdir ettiğim bir kumandanla beraber olduğumu anladım. Ben sizi çok iyi bilirim. Arıburnu’nda ve Anafartalar’da yaptığınız bütün işler, kazandığınız başarılar, tamamen bilgim dahilindedir. Siz İstanbul’u ve her şeyi kurtarmış bir kumandansınız, beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnunum ve bununla iftihar ediyorum.”
Mustafa Kemal Paşa karşısında ilk tanıştığından çok farklı birini gördüğü için hem sevinmiş hem de çok şaşırmıştır. Gerisini kendisinden dinleyelim.
“Vahdettin bu sözleri çok ağır, fakat oldukça düzgün söylüyordu. Hayret ettim, gereken cevapları verdim; aramızda mükemmel, ciddi ve samimi bir sohbet oldu.
O gece için konuşmalarımızı yeterli görerek, kendisini fazla rahatsız etmek istemediğimi söyleyip izin istedim. Salona döndüğümde kendimi hafiflemiş hissediyordum. Düşündüm ki, bu zat akıllı olmalıdır. İstanbul’da ilk buluştuğumuz zaman, o devri bilenlerce anlaşılması kolay olan sebep ve koşulların etkisi altında garip hallerde bulunan Veliaht, İstanbul’u terk ettikten, kendisini tamamen serbest gördükten ve özellikle yanındakilerin güven duyabileceği adamlar olduğunu anladıktan sonra kişiliğini olduğu gibi göstermekte artık sakınca görmüyor. Buna göre ben de kendisine bütün gelişme ve gerekenleri anlatabilirim, hatta kendisince yapılacak bazı zeminler üzerinde çalışmalara geçebilirim ümidine kapıldım.”
Seyahat artık biraz daha keyifli hale gelmiştir çünkü Mustafa Kemal geleceğin sultanını etkileyerek ülkeyi yaşanan kara günlerden kurtarma ihtimali görmüştür. Her gün yaptıkları sohbetlerde onu aydınlatmaya çalışmaktadır. Fikirlerini, Naci Paşa ve diğer yol arkadaşlarıyla da paylaşmaktadır. Birkaç gün sonra Alman Genel Karargâhının bulunduğu küçük kasabaya ulaşırlar. Karargâhın giriş kapısı karşısında yer almış olan çok gösterişli bir Alman birliği Veliaht’ı selâmlar. İmparator, Türk heyetini giriş kapısında karşılar ve içeri geçerler.
Karargahın ikinci katında uzun bir koridordan geçtikten sonra açılan sürgülü camlı kapıdan girdiklerinde Hindenburg, Ludendorf ve diğer karargâh erkânı oradadır. Veliaht, beraberinde bulunanları burada İmparatora takdim eder. Mustafa Kemal Paşa’nın takdimi sırasında İmparator, yüksek sesle haykırarak herkesi şaşırtır. “16 ncı Kolordu… Anafartalar!”
İmparatorun bu sözleri üzerine orada hazır bulunan Alman subaylarının hepsi Mustafa Kemal Paşa’ya bakarlar. Paşa, mahcup ve mütevazi bir tavırla önüne bakar. Düşman ordularına yenilmemiş tek subay olan Mustafa Kemal Paşa’yı herkes tanımaktadır. Ertesi günü Hindenburg ve Ludendorf’u ziyaret ederler. Gerisini yine Mustafa Kemal’den dinleyelim.
“Hindenburg’un ufacık bürosunda idik. Mareşal, masasının başında ve sol ilerisindeki koltukta Vahdettin, onun yanında Naci Paşa oturuyordu. Ben Hindenburg’un sağına denk gelen sandalyede idim. Veliaht ve Hindenburg birbiriyle görüşüyorlardı. Kısa ve merasim şeklinde böyle bir sohbet sırasında çok önemli şeyler konuşulmak mümkün olmamakla beraber Hindenburg, Veliaht’a, elbette onun aracılığı ile bütün Türk milletine iltifat ediyor, Veliaht da ifadeye teşekkür ediyordu.
Ben Hindenburg’un ağzından işittiğim sözlerin sonuç olarak kibar ve misafirperver olduğu için nezaketen söylediğini düşünüyordum. Yoksa söylenenler fazlasıyla iyimserdi. Araya girmeyi uygun görmeden, kısa süreceğini umuyordum, öyle de oldu. Vahdettin’i Ludendorf da büyük nezaket ve itina ile kabul etti. Denebilir ki, o da Mareşal’in ifade ettiği konular üzerinde iyimser açıklamalarda bulundu. Özellikle o günlerde kuzeybatı cephesi üzerinde itilâf orduları aleyhine başladıkları parlak taarruzdan bahsetti. Bu taarruzu esasen biliyorduk. Fakat taarruzun olası sonuçlarını Ludendorf’un ağzından duymak için sabırsızlanıyordum.
Gördüm ki, sohbetin hedefi bu değil. Alman ordusunun taarruz etmekte olduğunu söylemek de Alman millet ve ordusunun ve bütün müttefiklerin ruh hallerini yükseltebilecek teminat vermekten ibaretti. Şüphelerimi halletmek için olmalı, Generale kısa bir soru sordum.
-En nihayet taarruz kuvvetleri hangi hatta kadar gidebileceklerdir?
Böyle, Veliaht yanında bulunan bir subayın damdan düşer gibi sorduğu soruya Ludendorf, nezaket içinde devam eden sohbetini keserek biraz düşündü, biraz da yüzüme baktı ve dedi ki,
-Biz taarruz ediyoruz, sonucunu yaşayıp göreceğiz. Cevap verdim
-Yapılmakta olan taarruz sonucunun ne olabileceğini anlamak için olayın ve şansın etkisini beklemeye gerek olmadığını düşünüyorum, sonuç olarak taaruz belli bir hedefi içermektedir.
Ludendorf, tekrar yüzüme baktı. Ne demek istediğimi pek iyi anlamıştı. Olumlu veya olumsuz bir cevap vermeyerek sustu.
Sohbet burada kesildi ve ziyaret sona erdi.”
(Sürecek)…