Geçenlerde Sayın Bahçeli konusunda fikirlerimizi açıkladık.
Sıra diğer sözde-muhalefet Kılıçdaroğlu’nda.
Kılıçdaroğlu çok iyi bir adamdır.
Aman ne güzel, gerçekten, iyi bir şey yani.
Kılıçdaroğlu çok namusludur.
Özellikle böyle bir dönemde önemli bu konu.
Normalde zaten olması gereken bu özellik bu dönemde bir ayrıcalık gibi göründüğü için namuslu, dürüst olmayı bir meziyet kabul ediyor ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun hanesine artı olarak yazıyoruz.
Bakın, hiç lafı uzatmadan, kimseyi kırmadan, üzmeden, yüreği altı ok için atanlara en can alıcı sorumu yöneltiyorum.
Diyelim ki siz çok zenginsiniz.
Milyar dolarların üzerinde oturuyorsunuz.
Koç, Sabancı gibi büyük holdinglerden bile daha büyük ve daha güçlüsünüz.
Dilediğiniz kişiyi işe alır, dilediğinizi gönderirsiniz.
Soru şu:
Kendi paranızla kurduğunuz, insanlara ekmek kapısı açıp ticaret yaptığınız bu büyük aile şirketinizin başına CEO olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu getirir misiniz?
Onu işin başına koyup “haydi aslanım, al sana şirket, dilediğini al, dilediğini yap, yönetim kurulunu da istediğin gibi ata, yeter ki bizim ufkumuzu aç, işlerimizi büyüt, bizleri bir dünya markası yap” der misiniz?
Kılıçdaroğlu’nu şöyle tanıdım:
Büyük umutlarla konuşmasını beklerken ilk demecinde “Dersim” dedi.
Dakika bir, gol bir.
Dersim’de yapılan katliamı eleştirdi!
Tunceli’de katliam yapılmadı, devlete baş kaldırıldı. Aynı bugün PeKaKa’nın yaptığı gibi. O zamanlar böyle zekasız yol haritaları filan da yoktu. Kubilay’ın kafasını kesen güruh ile aynı zeka pırıltalarına sahip hainler askerleri, güvenlik güçlerini kırdı, öldürdü, işkence etti.
Eleştirilen dönemin Cumhurbaşkanı kimdir?
Kılıçdaroğlu’nun oturduğu koltuğun ilk sahibi Mustafa Kemal Atatürk.
Kılıçdaroğlu, sen kimi eleştirirsin?
Yalvardık Amerika’ya gelin diye, burada bir ofis açın, halk ile kucaklaşın, Kongre ve Senato’da bu ılımlı İslam denilen politikanın büyük bir yanlışlık olduğunu, bu politikayı Amerika ne zaman ve nerede denediyse ters teptiğini, ılımlı Yahudi, ılımlı Katolik veya ılımlı İslam gibi bir ideolojiyle devlet yönetmeye kalkarsanız sonuçlarının aynı olacağını söyleyin, İran’ı, Afganistan’ı, Afrika ülkelerini örnek gösterin, Laik Cumhuriyet’in önemini anlatın dedik.
Kafasını salladı ve son derece faydalı oldu bu görüşme dedi. İsmi lazım değil yardımcısı o sırada uyuyakalmıştı. Hatta arkadaşlarım adamı ölmüş sandılar.
Kılıçdaroğlu söylediklerimizi dinledi, Amerika’ya geldi ama Amerika Kongresi ve Senatosu yerine Cemaat’in müdürü ile görüştü.
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın ziyaret ettiği başka bir ülkenin Büyükelçi’siyle görüşmesinden beter bir durum.
İnönü Lozan’a gittiğinde daha toplantı başlamadan Lord Curzon’un oturduğu koltuğu gösterir ve derki; “ya bana da onun oturduğu koltuktan verin, ya da kendisine benim oturduğum iskemleden”. Daha ilk falsoyu atlatamadan heyete şöyle seslenir: “Curzon açılışda konuşacaksa benim de konuşmam gerekir, biz buraya galip bir devletin mümessilleri olarak geldik”.
Yani devlet adamlığı farklı bir şey.
Kara çarşaflı kadınlara CeHaPe rozeti takmakla, Atatürk düşmanlarını, sözde soykırım destekçilerini, Kürtçü ve bölücüleri Genel Başkan Yardımcısı yapıp, CHP’de olması gereken isimleri uzaklaştırarak da olmuyor, bunu gördük.
Dileyen hani nerede, öyle birşey yok desin, belgelerle cevap verelim.
Yatak odalarının aranılan ve başarılı casuslarından olan Cemaatçi zümrenin kasetleriyle “kesinlikle aday olmam” diyerek geldiği Genel Başkanlık’daki en büyük zaferi Önder Brütüs Sav başta olmak üzere tüm muhalefeti temizlemiş olmasıdır.
Ön seçimlerdeki sözde demokrat süreci bir izleseniz şaşarsınız.
Ağalık ve sömürgecilik düzeni en güzel burada işliyor.
MHP’nin getirdiği adayla Cumhurbaşkanlığı yarışına girerken yine ısrarla iddia ediyorum, Nihat Doğan’ı koysalar daha çok oy alabilirlerdi.
Malzeme bu çünkü!
Geçtiğimiz gün MHP’lileri kızdırdık, bugün CeHaPe’lileri.
Benim en çok kızdığım ise herkesi eleştirip hiç bir çözüm önerisi sunmayanlar ile sadece konuşup hiç elini taşın altına sokmayanlardır.
Kıssadan hisse!
Yani?
Devamı gelecek…