13 Kasım 1918
101 numaralı odasından çıktı.
Ortası halı serili geniş mermer basamakları indi, duvara asılı büyük ayna ve tabloların süslediği salonun girişinde iki sütunun arasında durdu ve insanları hemen etkisi altına alan çelik gibi mavi gözlerini Haliç tarafındaki masalara çevirdi.
Yüksek tavandan süzülen gün ışığı sanki bir anda onun üzerine odaklanmıştı.
Zamanın en gözde buluşma noktası olan Pera Palas’ın Kubbeli Salon’unda bulunan herkes döndü ve bu masal kahramanı kadar etkileyici genç subaya baktı.
Piyano susmuş, salon bir anda sessizliğe bürünmüştü.
Kısa bir süre şaşkınlık yaşayan garson hemen ona doğru yöneldi ve “Hoşgeldiniz Paşam, şöyle buyrun” dedi.
Demesiyle beraber önce piyanistin elleri tekrar tuşlarda dans etmeye başladı. Salonu da belli belirsiz “Kemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa” fısıltıları doldurdu.
İstanbul’un meşhur işgal komutanı General Harrington başta olmak üzere bir kısım işgal komutanları salonun diğer köşesinde oturuyorlardı. Harrington, kapıda durup sonra kendisinden son derece emin bir şekilde masasına doğru yürüyen bu son derece karizmatik genç Paşa’nın, Çanakkale’de İngilizlerin hayallerini parçalayan efsane komutan Mustafa Kemal Paşa olduğunu öğrenince yanındaki genç yüzbaşıyla kendisine haber göndererek masasına davet etti.
Paşa’nın cevabı ise nazik ve keskindi.
“Burada bizler ev sahibiyiz. Onlar bizim masamıza buyursunlar”
Neden Pera Palas’a gelip yerleşmişti?
Cebinde parası yoktu.
Bunu anlatmak için makarayı biraz geri saralım.
Mondros imzalanmıştı.
Osmanlı Bahriye Nazırı Rauf Orbay başkanlığındaki Türk heyeti ile İtilaf güçlerini temsil eden Amiral Arthur Gough Calthorpe başkanlığındaki İngiliz heyeti, bu talihsiz anlaşma için görüşmelere 27 Ekim tarihinde başladılar. İşgal devletlerinin her talebi her günün sonunda saraya bildiriliyor ve saray tarafından hemen onaylanıyordu. 3 gün süren görüşmeler sonucunda 30 Ekim tarihinde Mondros Limanı’nda bulunan İngiliz Agamemnon zırhlısında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı.
Osmanlı silah bırakıyordu.
***
30 Ekim akşamı Sadrazam İzzet Paşa, Liman Von Sanders’e gönderdiği telgrafta, Von Sanders’in Yıldırım Orduları Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya bırakmasını ve İstanbul’a dönmesini bildirdi. Von Sanders, 31 Ekim günü Yıldırım Orduları Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya devretti. Aynı Çanakkale’de yaptığı gibi.
Mondros Antlaşmasını haber alıp maddeleri okuyan Sarı Paşa’nın gözlerinden ateş çıkıyordu. Derhal telgrafa sarıldı. “Bu yaptığınız büyük yanlış” diye haykırıyordu. Telgrafların biri gidip diğeri geliyordu. Sadrazam İzzet Paşa “bırak artık” demeye getiriyordu. “Kaybettik, Allenby karaya çıkacak ve ordusuna gıda gönderecek, bu işi uzatma”. Sarı Paşa şaşkındı. “Dertleri erzak ise biz buradan temin ederiz, onlar orduyu teslim alacaklar, uyanın” diyordu.
Araplarla iş birliği yapan İngilizlerin elinden ordusunu yok olmaktan kurtaran Mustafa Kemal Paşa Paşa haklıydı. Hemen yanıbaşında da bir örnek vardı.
O örnek Ali İhsan Sabis Paşaydı.
2 Nisan 1918’de Rusların harabe halinde getirip terk ettiği Van’ı Ermeni komitacılardan geri alan Ali İhsan Paşa, Tebriz’i alan komutandı. 1918’de İran’daki Şehriban mevkiinde İngiliz kuvvetleri karşısında geri çekildi ve kolordusunu kurtarmayı başardı. Aynı yılın Eylül ayında 6. Ordu kumandanlığına getirildi. Mustafa Kemal Paşa’nın yanıbaşında Musul-Halep yöresindeki birliklerin komutanıydı. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra İngiliz General Marshall, Musul ve Zaho’daki sivil Hıristiyanların topluca öldürüldüğünü iddiasıyla Türk birliklerinin Musul’u terk etmesini istediler. Ali İhsan Paşa, bunu şiddetle reddetti ancak İstanbul Hükûmeti’nden gelen talimat doğrultusunda Nusaybin’e çekilerek Musul’u İngiliz işgaline bıraktı. Musul’u kaybettik. Ali İhsan Paşa daha sonra İngilizlerce tutuklanarak Malta adasına sürülmüştür.
Mustafa Kemal Paşa aynı duruma düşürülmek istendiğini biliyordu. “Ben bu kararı tanımıyorum” dedi.
O sırada bulunduğu Adana’da Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak Saray’la adeta bir “telgraf savaşı” başlamıştı. 5 Kasım’da Mondros’a aykırı olarak İskenderun’a gelecek İngilizler için “karaya ayak basmaya cüret ederlerse askere ateş açılması talimatı verdim” dediğini Saray’a bildirdi.
Saray, yani padişah ve yalakaları paniğe kapıldılar. “Sakın yapma” şeklinde mesajlar gelmeye başlamıştı. Mustafa Kemal 8 Kasım’da Saray’a bir ültimatom daha çeker. “Böyle giderse İngiliz ihtiraslarının sonu gelmez. Kabineyi de onlar tayin eder. Anadolu’yu işgal ederler”!
Saray’dan gelen son gelen emir ise “teslim ol” çağrısıdır.
Sarı Paşa cevap yazar; “Bunu yapmaya benim kişiliğim el vermez, ben karakterime uyanı yapacağım!”
Hain Padişah ve yalakaları, ne yapacağız bu adamla diye düşünürlerken Sadrazam İzzet Paşa’nın tavsiyesiyle, 7 Kasım’da Yıldırım Orduları dağıtılır. Artık ortada böyle bir ordu yoktur. Padişah iradesiyle Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nezaretinin emrine verilir.
“Dön ve derhal Payitaht’a gel”!
Artık yapacak bir şey kalmamıştır.
Ya da herkes öyle düşünüyordu.
Oysa onun fikirleri çok farklıydı.
Zaten bu yüzden Sarı Paşa’ydı o!
Derhal Adana’dan silahların önemli bir kısmını Ege’ye Teşkilatı Mahsusa şeflerinden Kuşçubaşı Eşref’in çiftliğine yolladı. Sonra da Urfa, Maraş ve Antep’e. Derhal çeteler kurdurup işgale direnmesini örgütlemeye başladı. Anadolu’da ilk direnişler de onun dağıttığı bu silahlarla başladı. Mustafa Kemal tüm hayatı cephelerde geçmiş zeki bir kurmay ve strateji uzmanı. Her şey bitti denilen bir anda o, Anadolu’da büyük bir direniş ve ihtilal planlarken hem yeni ordu kurmayı, hem milleti teşkilatlamayı aynı anda düşünüyor. Bunlar daha İstanbul’a dönmeden önce yaptıklarıydı. Yani onun kafasında milli bir mücadele fikri çoktan harekete geçmişti bile.
10 Kasım’da trenle Adana’dan İstanbul’a doğru yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım Çarşamba günü İstanbul’a ulaştı. Yani tam da İstanbul’un işgal edildiği tarihde.
İşte şimdi yine tarih kitaplarının yazmadığı, herkesin maalesef çok bilmediği bir hikayeyi paylaşalım.
Soğuk bir Kasım günüdür. İstanbul-Haydarpaşa tren istasyonuna vardığında, kendisini karşılayan sadece yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay’dır.
Daha doğrusu hikaye böyle bilinir.
Oysa Haydarpaşa’da sessizce bazı önlemler alınmıştır.
Dr. Fahri ve Malisör Rıza, İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusa’dan bazı arkadaşları kimseye çaktırmadan çevrede koruma önlemi almıştır. Teşkilat-ı Mahsusa’dan Dayı Maksut, Dr. Fahri ve arkadaşı Eczacı Celal 13 Kasım günü Haydarpaşa Gar Lokantası’nda alınan önlemleri gözden geçirip Paşa’yı beklemektedirler. Gözleri İngilizlerdedir. Bir tutuklanma durumu var mıdır, belli değildir. Mustafa Kemal Paşa gelince perona çıkarlar ve bu yaşadıkları sahne karşısında şaşkına dönerler.
Haydarpaşa Garı ana baba günü, silme cephelerden gelen asker ve subaylarla doludur. Mustafa Kemal Paşa vagondan iner, peron’da yürümeye başlar.
Hiç yenilmiş bir hali yoktur!
Jilet gibi traşlı, kırışıksız üniforması, kendinden emin tavrıyla ışıldayan güneş gibidir. Peronda onu görenlerle bir dalgalanma olur ve yükselen fısıltılarla Mustafa Kemal Paşa sesleri dalga dalga yayılmaya başlar.
Tamamen hazırlıksız ve o an gelişen bir refleks ile onu gören bir çavuş “Dikkaaat” diye tüm gücüyle bağırır. Herkes donakalır. Çavuş davudi sesiyle bir daha haykırır; “Gelen Mustafa Kemal Paşa’dır! Selaaaam duur!”!
Bütün peron ve Haydarpaşa Garı tüm askerlerin “rappp” diye hazır ola geçerek selam durmalarıyla sarsılır.
Koca Gar tamamen sessizliğe bürünmüştür.
Paşa, kavruk yüzü mücadelenin zorluklarıyla şekillenmiş Çavuş’un yanına gelir, bir şey söylemeden bakar önce. Sonra “seninle nerede beraberdik Çavuş” diye sorar!
Çünkü bilir. Bilir ki, oraya gelen askerlerle mutlaka cephelerden birinde çarpışmıştır.
Çavuş yine davudi sesiyle “Çanakkale Paşam” diye haykırır.
Paşa elini Çavuş’un omzuna koyar; “Emir geçir. Herkes memleketine giderken silahını birlikte götürsün. Bir yolunu bulup götürsün!”
“Emir geçirmek” askeri bir terim. Yani emrin, yüksek sesle tekrarlanmadan yavaş sesle kulaktan kulağa geçirilmesi anlamına geliyor. Çavuş emir geçiriyor. Askerler birbirlerine söylüyor. Bir süre sonra silahlı askerlerin çoğu perondan yok oluyor! Silahlarını saklayıp köylerine gidiyorlar. Mustafa Kemal Paşa emir vermiş!
Mustafa Kemal kendisini rıhtıma kadar izleyen kalabalık bir subay grubu ile birlikte Haydarpaşa’dan bir motora binip karşıya geçecektir ama boğaz trafiği kapalıdır. Düşman kuvvetlerinin 61 parçalık düşman gemisi boğaz ve Dolmabahçe Sarayı karşısına konumlanmış, boğazın mavi sularına bir kabus gibi çökmüşlerdir.
İstanbul artık Türklerin değildir.
Ancak Paşa ve yanındakilerin Haydarpaşa Garı’ndan çıkışları öylesine görkemli bir sahnedir ki, sanki oradan çıkıp düşmanın üzerine yürüyeceklerdir. Öylesi bir heyecan, öylesi bir umut vardır.
Boğaz trafiğinin açılmasını Haydarpaşa’da bekleyen Mustafa Kemal, ancak öğleden sonra “Kartal” istimbotu ile Galata’ya geçebilir.
İşte yaveri Cevat Abbas ile birlikte “Kartal” istimbotunda zırhlıların arasından geçerken, Mustafa Kemal’in düşman gemilerine bakıp “Geldikleri gibi giderler” sözü o gün söylenmiştir.
Cevat Abbas bu tarihi sözü anılarında tarihe kaydetmiştir.
Bu sözün altında Mustafa Kemal’in milli mücadele azmi, kararlılığı ve cesareti vardır.
Bu sözün altında bu toprakları çiğnetmemek için Çanakkale’de, bütün cephelerde toprağa düşen on binlerce şehidin kanı ve ahı vardır.
Mustafa Kemal’in Türk milletine bir namus sözü vermiştir.
Türk milletinin azmine ve cesaretine güvenerek verdiği bir söz.
Sözünü fazlasıyla tutmuştur.
Yazımıza Pera Palas ile başlamıştık. Pera Palas ile devam edeceğiz. Sohbetimize gelecek sayımızda devam edebilmek ümidiyle…
17 yanıt
Soluksuz okudum devamını sabırsızlıkla bekliyorum
Çok teşekkürler.
Okuyanı duygulandıran yazınız için gönülden tebrikler. Muhteşem ve akıcı bir anlatım Gelecek yazılarınızın merakla bekliyorum…
Okuyanı duygulandıran yazınız için gönülden tebrikler. Muhteşem ve akıcı bir anlatım Gelecek yazılarınızın merakla bekliyorum.
Çok teşekkürler.
Müthiş…ilk kez okudum..tşk…
Çok teşekkürler.
Ne kadar güzel anlatmışsın .Tebrik ediyorum,ve gurur duyorum .
Çok teşekkürler.
Sevgili Kaya,
Çok güzel bir yazı, “emir geçir” Atamızın en sevdiğim komutlarından biridir. Kalemine sağlık.
Sevgiler Atahan
Çok teşekkürler.
Zevk almamak mumkunmu bu yazilari okuyunca…!
Bir mucizede daha Bekliyoruz…
Emegi gecen lere tesekkur.
Çok teşekkürler.
Atatürk ‘e dair bildiğim hikayelerin, yarım kalan pazıllar gibi , bu yarım kalmışlığın kaleminizden çıkan ,doğru bilgi ve müthiş akıcı anlatımla tamamlanmasından aldığım keyfe kelimeler yetersiz kalır, çok teşekkürler. Devamını arkası yarın radyo tiyatroları tadında bekliyorum.Saygılar.
Çok teşekkürler.
Elinize yüreğinize sağlık. Çok severek okudum. Tebrikler .
Büyük bir dikkatle soluksuz olarak okudum. Elinize sağlık, sizinle gurur duydum. Bu yazınız ve diğer yazılarınız, ATATÜRK ‘ müzün ülkemize
ALLAH’ ın armağanı olduğu gerçeğini bir kez daha bizlerin zihnine kazımıştır.