18 yaşından küçüklere dair kanun çok bu ülkede.
Anne ve babasının izni olmadan yurt dışına çıkamıyor.
Ehliyet alamıyor.
Askere gidemiyor.
Oy kullanamıyor.
Ama kendi “rızası” var diye, sokakta oyun bile oynayamamış çocuğu götürüp şeriatçının koynuna sokabiliyorsun.
Ona tecavüz eden bir sapıkla evlendirince “namus” kavramı oluşuyor, sorun kalmıyor.
Meclise o teklifi verdin ama senin çocuğun yok mu diyenler boşuna konuşuyor.
Bu ülkede Diyanet denilen bir makam var ve altında son model lüks Mercedes ile gezen o zatın resmi internet sitesinde “babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” yazıyor.
Akape’li bir sözde vekil, hayvanlara tecavüz eden insanlara, yeniden hayvan sahibi olmaları için “bir şans daha verilsin” diyerek önerge verebiliyor bu ülkede.
Çünkü hamdolsun “demokrasimiz” var.
Demokrasi şehitlerimiz var.
Öbür şehitleri saymıyorum, “askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyen bir Reis’imiz var hamd’ ü senalar olsun.
Sadece onun istedikleri oluyor.
Her ne pahasına olursa olsun.
1950’li yıllara götürüyorum sizleri.
CHP iktidardan düşmüş, Demokrat Parti yeni hükümeti kurmuştur.
Cumhuriyetin dönüm noktalarından biridir.
Hemen herkesin daha demokrat ve özgürlükçü bir hükümet ümidiyle oy verdikleri iktidar partisi, kuvvetlendikçe demokrasiden uzaklaşan bir görünüm almıştır.
Hikayemiz Bursa’da geçmektedir.
Hemen her hafta sonu Bursa’ya çeşitli sanatçılar gelmektedir. Bir hafta sonu Bursa’nın ünlü Çelik Palas Oteli’nde orkestra eşliğinde müzik ve dans vardır.
Moda dergisinden fırlamış gibi görünen zarif hanımlar ve son derece şık beyler yemek programından sonra müzik dinlemekte, eğlenmekte, dans etmektedir.
Gece yasaların belirlediği çerçevede saat 23:00 gibi sona erer.
Orkestra ve solist saygıyla eğilerek seyircileri selamlarlar.
Tam toparlanmaya başlarlar ki arka masalardan tehditvari bir şekilde “böğüren” bir şahıs “devam edin” diye masaya vurur.
Ortalık buz gibi olmuştur.
Herkes dönüp bakar sesin geldiği yöne.
Masada oturan dört kişi vardır.
Görgü sonradan olmaz der eskiler. Bağıran şahıs, üzerine eğriti oturmuş takım elbise, yaka ölçüsü küçük olduğundan kapanmamış gömlek ve sarkık gevşek kravatlı bir öküzdür.
Herkes bakınca “devam edin dediim” diye bir kez daha bağırır.
Orkestra tatsızlık çıkmasın diye tekrar yerine oturur ve bir tangoyla devam eder.
Tango bitince solist tedirgin bir şekilde tekrar selam verir ama arkadaki öküzler rahat durmazlar.
Baş öküz masaya vurur yumruğunu, “devam, devaaam” diye bağırır.
Orkestra ve solist bakışırlar ve geceyi sorunsuz bitirmek için istemeye, istemeye güzel de bir mesaj veren tangoyu icra etmeye başlarlar.
“Nedir bu çektiğim senin elinden, yalvarırım gel üzme beni”.
Bu sefer arkadaki öküz yerinden kalkar, ağzından salyalar saçarak sahneye doğru yürür. Durdurmaya çalışan bir, iki kişiyi iterek düşürür ve sahnede ki soliste bir tokat sallar!
Tokat mikrofona çarpar ve ortalık uğuldar.
Solist korku içindedir.
Tatlı bir eğlence bir anda zehir olmuştur.
Herkes korku içinde sahneye bakar.
Yere iğne düşse sesi duyulabilecek bir sessizlik vardır.
Otel yetkilisi yanında bir kaç kişi ile beraber korku içinde salona girer, “sakin olun beyefendi, nedir arzunuz, buyrun sakince görüşelim” der.
Öküz bağırır.
“Çal diyorsak çalıcak gardeşim, artık dimokraasi var bu memlekette”
Anladınız mı lann?