Sadece bizlere değil ki, tüm mazlumlara örnek olmuş, bir çok ülkede bağımsızlık mücadelesi başlamasına sebep olmuş, tüm dünyanın kıskandığı tek lider.
Bakıyorum şimdi şu sözde Atatürk düşmanlarına, beyinleri yıkanmış cahil zihniyetlere, yazık diyorum, sorumlusu bizleriz. Anlatamadık çünkü. Bizlere altın tepsi içinde verdiği haklarımızı savunamadık, kıymetini bilemedik. Tam da bu yüzden o sözde okumuş cühelaya daha da çok kızıyorum, hani şu tatlı su demokratlarına. Rüyasında görse hayra yoramayacağı bir makama kavuşmuş bir sözde diplomat “yeter artık Kaya Bey, hep Atatürk, hep Atatürk, siz biraz birleştirici olun” demişti bana. “Neden” demiştim, “Atatürk’ü anlatınca bölücü mü oluyoruz?”
“Hayır ama aşın artık şu Atatürk’ü” demişti.
Ben de cevap vermiştim. “Aşacağız aşmasına da, daha yakalayamadık bile, bugün dahi en az 300 sene önümüzden gidiyor!”
Daha sene 1907. Cebesoy’a Atatürk’ün söylediklerini kelimesi kelimesine anlatıyor. “Meşrutiyet’in ilânı yeter çare olamaz. Meşrutiyet köhneleşmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı; düşmanlarının, yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine ihtilâl idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır… Nüfusun yarısı Türk olmayan ve hâlbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün ağırlığı ve müdafaası Türk’ün omuzlarına yüklenmiş, Hristiyan azınlıklar ise yalnız kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyor, komşu ve aynı ırktaki devletlerle birleşmek için fırsat kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri haline getirilecek, Türk’ten başka olan unsurlar düşman devletlerinin tarafını tutacaklar. Şu halde;
Devlet gövdesinin çökmesiyle hâsıl olacak enkazın altında ezilip perişan olmak mı,
yoksa çoğunluğu Türk olan millî bir sınıra çekilerek burasını savunmak mı daha doğru ve hayırlı olacak?
Ben selâmeti ikinci fikrin tatbik edilmesinde görüyorum.”
Devam ediyor Cebesoy.
Mustafa Kemal Üçüncü Ordu Karargâhı’nda vazifeli idi. Ben de hudutta Karaferiye’de mıntıka kumandanı idim. Her hafta sonu Selanik’e gelirdim. O da zaman zaman bana gelirdi. Böyle bir akşamdı. Önceden hazırladığını dinlediğim haritayı beraberinde getirmişti. Bu, hasta Adam Osmanlı’nın taksimini beklemeden, şeklen sınırlarımız içinde olmasına rağmen asla ve hiçbir zaman bizim olmamış toprakları terk etmeden sonra temeli Türk olan bir devletin hudutlarını gösteriyordu.
Yemen’i, Hicaz’ı, Filistin’i, daha sonra da 1911’de beraberce giderek müdafaa edeceğimiz Trablusgarp’ı asıl halkına bırakıyorduk. Bugünkü Suriye’de olan Halep, Irak’ta olan Musul bizimdi. Makedonya, On İki Ada, zaten o günlerde elimizde idi. Mısır gibi, hâkimiyeti nazarileşmiş yerleri halkına bırakıyor, ama 1878’de İngilizlere emanet ettiğimiz Kıbrıs’ı alıyorduk. Lozan’daki kayıplar dışında zaten ilk Milli Misak sınırları bazı farklarla Karaferiye’ye getirdiği haritanın hudutları idi.
Bırakacağımız yerlerdeki Türklerin, Türk’ten gayrılarla mübadelesini bile düşünmüştü. Aradığı temeli Türk olan devletti. Hasta Adam’ın mirası üzerinde nasıl olsa aralarında ihtiras boğuşması yapacaklardı. Kavgadan asıl hudutlara sahip ve ezilmemiş çıkmalıydık. Başka çaresi yoktu…
Heyecanlı, inançlı, mantıklı anlatıyordu. Ama kendisi de bu sert hakikatlerin ancak benim gibi bir dosta söylenebilecek şeyler olduğunu da biliyordu.
Sonunda içini çekti.
– Ne garip, hatta hazin değil mi Fuat? Geleceklerin hakikatlerini kendi kendimize bile rahat konuşamıyoruz. Sence hakiki devlet nedir? Hissin mi arkasından gider, hakikatin mi? dedi.
Seneler sonra o günleri hatırlayarak anlatıyor Ali Fuat Cebesoy. “Aynı düşüncede idim. Ama Dünya Harbi’nde elimizden sökülüp alınan ve aslında savaşı, bunları aralarında bölüşemeyenlerin çıkarmış olmasına rağmen dokuz cephede dövüştük, yüz binlerce evladımızın kanını döktük ve Mustafa Kemal’in Karaferiye’ye getirdiği haritadan daha eksik, noksan, yetersizi için üç yıl da Milli Mücadele mucizemizi yaratmak zorunda kaldık.”
Israrla ve her seferinde altını çizerek yine aynı şekilde yazıyorum. Yazıyorum ki kafalarda yer etsin!
Bir mucize yaratıp, imkansız denileni gerçekleştirip düşmanı denize döktükten sonra, at nalına çakacak çivisi olmayan, doktoru, mühendisi, mimarı, hemşiresi, eczacısı, öğretmeni hatta makinisti olmayan, köprüsü, yolu, suyu, ekmeği olmayan bir ülkeyi 10 sene içerisinde dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri yapan, tarım ve ziraat ile gelir elde ederek otomotiv ve uçak sanayi kuran bu dahi insan daha ortada fol yok, yumurta yok, Çankaya’da sohbet ederken dostlarına sesleniyordu. “Dikkatli olun. Bu Hitler ve Mussolini’yi izleyin. İkinci bir dünya savaşı çıkmak ihtimali vardır. Her şeye hazırlıklı olmak lazımdır”.
Sabiha Gökçen kulak kesilirken devam ediyor Atatürk.
“Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor çocuk. Her ülke, gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirmeye gayret içinde. İtalya faşizan ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü olan Mussolini ülkesini sekiz milyon faşist gencin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor. İtalya gençlerine kara gömlekler giydirerek çoktan tarihe gömülmüş bulunan Roma İmparatorluğunu yeniden kurmaya bu şartlandırılmış gençlere aşılamağa çalışıyor.
Almanya’da Hitler’in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka, büyük ve tehlikeli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçi demiyorum, ırkçı diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur. Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır. Şunu da hemen ilâve edeyim ki ne faşizm ne de Nazizm’in sonu yoktur. Ben belki bunu görecek kadar yaşayacak değilim. Bu işin sonu savaştır. Ve bu savaşın sonunda ne faşizmin ne de Nazizm’in ayakta kalabilmesine olanak görüyorum.”
Haydi gelin aşın Atatürk’ü!
Düşman kapıda, henüz Sakarya savaşı bile başlamamışken o bilgiye, eğitim ve öğrenime verilmesi gereken önemi anlatıyor meclis kürsüsünde. Ülkenin sularından, ağaçlarından, ormanlarından bahsediyor.
Siyasal İslamcıların kendi çıkarları için körpe beyinleri yıkaması gibi durmadan dinmeden Atatürk’ü anlatmalıyız çocuk ve gençlerimize. Bunun en güzel yolu da yalancıların suratlarına belgelerle şamar gibi inen, Atatürk’ün kendi el yazısıyla yazdığı Nutuk’tur!
Bir tarih yaratmış ve o tarihi yazmıştır.
Öyle hikayeden uydurmalar, havada uçan evliyalarla filan değil.
Belgelerle.
Elle tutulan, gözle görülen, yazışmalar, anlaşmalar, tutanaklarla.
Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyet Devrimimizin bütün dünyada Kemalist Devrim diye anılması doğaldır.
Bu gerçekler ışığında, Atatürk’ü ve o dönemin gerçeklerini bilmek ve anlamak çok önemlidir. Nutuk, Atatürk’ün önderlik ettiği devrimin en önemli belgesidir. Devrimi, devrimin önderi incelemektedir.
Mustafa Kemal söze “1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara … ” diye başlar. Ancak Nutuk o günden 15 Ekim 1927 sabahına kadar olan olayların sıradan bir anlatımı değildir. Yapılan iş, tarihsel sürecin açıklanması, büyük bir devrimin tahlilidir. Atatürk, devrimin belli dönüm noktalarında, arkada bırakılan süreci anlatırken bugünün laik Cumhuriyet düşmanları’nın da gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır.
Bugün dahi bazı çevrelerce hala övülen Padişah’ın acizliği, cahilliği, korkaklığı, kendi geleceği için vatanı peşkeş çekmesinin, hainliğinin yazılı, belgeli ispatları, o haine hizmet eden yalaka ve yandaşların yaptıklarını, rezilliklerini okumadan, anlamadan yarınlara bakamayız.
Nutuk’un taslağı TC Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi’nde bulunmaktadır. Atatürk, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı bölümlerini yazdırmıştır. Taslaklar üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler vardır. Atatürk hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Aynca kişilerin bilgisine başvurulmuştur.
Atatürk, yazdıklarım ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir.
Nutuk’un önemli bir bölümü Ankara’da Çankaya’daki çalışma odasında kaleme alınmış, son bölümleri İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmıştır
Atatürk konuşmasında bütün gerçekleri teker teker ortaya dökerken, ispatları, belgeleri Kongre Katibi Ruşen Eşref’e (Günaydın) uzatarak okumasını rica etmiştir. Meclis salonunda 63 ilden gelen ikişer delege ve milletvekillerinin yanı sıra yabancı ülke temsilcileri de hazır bulunmuştur.
Atatürk’ün bu eserinde bildirdiği olay ve şahsiyetler hakkındaki bilgilerin doğruluğunu bir cilt dolusu belge ile büyük oranda teyit etmiş olması da Nutuk’un sıradan bir kitap olmadığını, ne derece güvenilir bir kaynak olduğunu bizlere göstermektedir.
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin büyük kongresini açıyorum” diyerek konuşmasına başlayan Mustafa Kemal, Partinin dokuz yıl önce doğduğunu belirtmiş ve tüm Anadolu’yu ve Rumeli’yi kapsamak üzere ilk genel kongresini Sivas’ta gerçekleştirdiğini de vurgulamıştır.
Dolayısıyla açılışını yaptığı büyük kongrenin Sivas Kongresi’nden sonra ikinci kongre olduğuna işaret etmiş ve açılış konuşmalarının ardından tekrar kürsüye gelerek Nutuk’u okumaya başlamıştır.
Nutuk, çağdaş ve laik ülkemizin hangi olumsuz koşullarda, hangi engel ve aşamalardan geçilerek nasıl kurulduğunu, belgelerle anlatan anıtsal bir kitaptır.
Bu nedenle günümüzde ve gelecekte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihini öğrenmek isteyen herkesin ilk başvurması gereken eser, Nutuk’tur.
NUTUK’TA NELERDEN BAHSEDİLİR?
Nutuk üç ana temel üzerine inşa edilmiştir.
Birinci bölüm 1919 – 1920 yıllarını kapsar.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı, Osmanlı Devletinin genel durumu, Milli Mücadele çalışmaları ve bunların engellenmesi çabaları, Kongreler, Mustafa Kemal’in şahsına ve Heyet-i Temsiliye’ye karşı ortaya çıkan tepkiler ve TBMM’yi açma çalışmalarından bahseder.
İkinci bölüm ise 1920 – 27 yılları arasındaki dönemdir.
TBMM’nin açılışı, Kurtuluş Savaşı, İtilaf Devletleriyle yapılan siyasi görüşmeler, Cumhuriyet’in ilanı, çok partili hayata geçiş ve yapılan devrimler anlatılmıştır.
Bir kısım gençlerle konuşunca olayı ne kadar yüzeysel gördüklerini, bir çok gerçeklerden haberi olmadıkları gerçeği eminim benim gibi bir çok kimseyi de üzüyordur. Sanıyorlar ki, Mustafa Kemal bir anda gemiye atladı, Samsun’a çıktı, hemen halkı örgütledi, kongreleri yaparak orduyu kurdu. Herkes de onu destekledi.
Sadece Anadolu’ya geçme planları ve hazırlıkları bile başlı başına bir serüvendir. Padişah’ın onu hain ilan etmesi, ona yardım edenlerin de idamla yargılanacağını fetvalarla süsleyip kağıtlara bastırıp İngiliz uçakları ile attırması, ona karşı suikast plan ve emirleri, hep ona destek olduğunu sandığımız en yakın arkadaşlarının bile Cumhuriyet fikrine, laikliğe tamamen karşı olup “biz Padişah efendimizin ekmeğini yedik” diyerek ona karşı çıkmalarını şaşkınlıkla okuyacağımız bir kitap.
Atatürk’ün, doğrudan doğruya kaleme aldığı tarihi yapan isim olması yani Nutuk’ta tarihi yapan ile yazanın aynı şahsiyette birleşmiş bulunması, ona sıradan bir hatıratla karşılaştırılamayacak bir üstünlük sağlamıştır.
Geçmişi bilmeden geleceğe güvenle bakamayız.
İşte tam da bu yüzden hiç bıkmadan, usanmadan anlatacağız.
Özellikle de çocuk ve gençlerimize.
Kaya Boztepe
Bütün Dünya Dergisi
Temmuz 2022
2 yanıt
Kaya Bey sizi okumaya “Sarı Paşa ve Sultan” ile başladım. Okumadığım, denk gelmediğim ve daha önce hiç duymadığım konular ile Atatürk’ü muhteşem bir şekilde yazmışsınız. Dediğiniz gibi “Atatürk’ü aşmak için önce onu yakalamamız lazım”
emeğinize sağlık,
Teşekkürler
Çok naziksiniz, çok teşekkürler.