Bütün Dünya dergisinin bu sayfalarında sizlere zaman zaman bilinen, bazen de bilinmeyen ancak Atatürk ile yolu kesişmiş genç, yaşlı, çocuk erkek ve kadın kahramanların hikayelerini paylaştık.
İşte bir Pazar sohbeti tadında bu hikayelerimize bir yenisini ekliyoruz.
Nermin!
İzmirli Mustafa genç bir işadamıdır.
İşi gereği İstanbul-Paris arası mekik dokumakta, Avrupa ülkeleriyle iş yapmaktadır.
Macaristan’da bir güzele aşık olur. Gönlünü ilk bakışta çalan bu güzel kadın Elfriede isminde bir Macar baronesidir. İlk görüşte aşk Mustafa’nın evlilik teklifiyle resmileşir, 18 Eylül 1921 yılında ise dünya güzeli kızlarının doğumuyla taçlanır. Bebeğe Nermin ismini verirler. Mustafa bu olayı ailesi ile paylaşmamıştır. O yılların Türkiye’si oldukça karışıktır ancak Kurtuluş savaşı sonrası Lozan ve Cumhuriyet’in ilanıyla beraber Türkiye’nin her köşesi bir şantiye haline gelmiştir. Hemen her konuda bir atılım, bir rönesans yaşanmaktadır. Ülke mucizevi bir kalkınmayla dünya devlerinin arasına girmiş ve dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olmuştur. Küçük Nermin olup bitenleri ve Atatürk Türkiye’sini uzaktan da olsa ilgiyle izlemektedir.
Yine işleri için Türkiye’ye gidip gelen Mustafa’dan bir gün kötü haber gelir. Küçük Nermin’in babası Mustafa İzmir’de vefat etmiştir. Bu durum aileyi oldukça zor durumda bırakmıştır. Budapeşte’de geçim sıkıntısına düşen ailenin düzeni bozulmuştur. 14 yaşındaki Nermin’in Macaristan’da paralı olan öğrenimini sürdürmeye, okula gitmeye devam etmesi imkansızdır. Ya artık okuldan vazgeçecek ve küçük yaşta çalışmaya başlayacak ya da; Ya da ne?
Küçük Nermin, ne yapacaktır?
Atatürk Türkiye’sini yakından takip eden küçük Nermin düşünür ve baba yurdu, Türkiye’ye gitmeye karar verir. Türkiye’de eğitim parasızdır. Kimselere söylemeden gidip Türk Büyükelçiliğine başvuruda bulunur. Büyükelçilik küçük Nermin’e derhal bir pasaport hazırlar, ayrıca da küçük kızın eline onun durumunu açıklayan Türkçe bir mektup verirler. Küçük kız başı sıkışıp derdini anlatamadığında bu mektubu gösterecektir. Olayı öğrenen annesi de kızına destek olur ve üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar. Tren, Türkiye topraklarına girer. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu çok ilginç bulur, giriş izni hemen verilir.
Küçük Nermin başının çaresine bakarak parasız İzmir Kız lisesine kaydını yaptırır. Bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal’in parasız kıldığı eğitim olanaklarından sonuna kadar yararlanır. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazanıp başarıyla mezun olur ve gazetecilik yapmaya başlar. Yine boş durmaz. Türkçenin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olarak girmeyi başarır. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye’ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır. Kamuoyu kelimesini Türkçe’ye kazandıran odur. Halkla İlişkiler sözcüğünü literatürde ilk kez kullanan kişi yine ondan başkası değildir.
Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar. Önünü kesmeye çalışanlar, kıskananlar olur. O ise tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini hiçbir zaman yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye’yi, Türk kadınını ve durmadan, dinmeden Mustafa Kemal’i anlatır.
Hem öksüz hem yetim kalmış ama onun gibi hiç yılmadan mücadele ederek okumuş meslek sahibi olmuş Prof. Dr. Yavuz Abadan’la evlenir. Çocukları olur, ismini ne koyarlar?
Mustafa Kemal!
Bu muhteşem insanın öğrencilerinden rahmetle, özlemle, saygıyla andığımız, Laik Cumhuriyet ilkelerini ve Atatürk’ü, aynı hocası Nermin Abadan-Unat gibi anlatmayı bir görev edinen ve bu yüzden de alçakca katledilen Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 1990 yılında şunları söylüyor.
Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi. Deniz Baykal da sonradan yetişmişti.
Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı bize… Ve sözlerini şöyle noktaladı:
“Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım. Niçin Kemalist olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır!”
2015 yılında kendisiyle Hürriyet gazetesi adına ropörtaj yapan gazeteci Yenal Bilgici de şöyle söylemiş;
“Hocaların hocası” diyorlar ona. Memleket siyasetinde, sosyal bilimlerinde kimi biliyorsanız ya onun öğrencisidir ya da onun öğrencisinin öğrencisi. Hukukçu, siyaset bilimci, iletişim bilimci, sosyolog.
Nermin Abadan-Unat, Cumhuriyet’i kuran neslin en önemli temsilcilerinden biri. Ünvanları saymakla bitmiyor. Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, ilk kadın senatörlerinden, ilk kadın gazetecilerinden, Mülkiye’nin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın kürsü kurucusu, Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ilk kadın müdürü… Göç ve kadın hakları konusunda tartışmasız bir uluslararası otorite. Kendini sıfırdan inşa eden bir kadın… Babasını kaybetmesinin ardından daha 13 yaşındayken, sıfır Türkçeyle, Budapeşte’den bir başına kalkıp geldiği İzmir’de hayatını ilmik ilmik ören bir kahraman”
Yazımızı yine bu olağanüstü insanın gazeteci Yenal Bilgici ile yaptığı söyleyişiden aldığımız satırlarla noktalayalım.
Bana hep “Ankara’yı bırakıp İstanbul’a nasıl geldin” diye soruyorlar. “Yahu” derim, “Bir insan hakkı bu”. Denizi seyretme hakkı. İstanbul’da beş paran olmasa bile, tıpış tıpış inersin sahile, oturursun bir taşın üstüne, geleni gideni, denizi seyredersin, yirmi beş kuruşun varsa çay içersin, fazlası varsa daha şık bir yere gidersin. Ama hepsi aynı yere çıkar sonuçta. Boğaz’a inmekten çok hoşlanıyorum. Dünyanın neresinde okyanus ötesi gemilerle minicik botlar aynı yerden geçer? Umut veriyor bana burası. Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz.
Günde en az dört gazete okurum. Diğerlerini de internetten okuyorum. Oğlum her hafta Economist ve New Yorker dergilerini yollar. Der Spiegel’i arada bir alırım. Ama esas aşkım kitaptır tabii. En çok Yunus Emre okuyorum bu aralar.
Magazin dergilerinden de hoşlanırım. Maliye Bakanı olsam, her maliye müfettişini Haftasonu, Alem gibi dergilere abone yapardım. Kimin ne kadar vergi vermesi gerektiğini hemen anlarlar.
Dedikodu sütunlarını da çok önemserim. Toplum hayatında kim kiminle iyi, kim kiminle kötü bilmek önemlidir. Aşk mevzularını değilse de bu tür dedikoduyu önemsiyorum.
HAYATIMIN ÖDÜLÜ
Genç yaşında İstanbul’dan Danimarka’ya giden bir akademisyen var. İsmi Gretty Mirdal. Sosyal psikoloji profesörü… Tanışmazdık. Benim 1977 tarihli bir makalemi yayımlandığı sıralarda okumuş, üzerinde düşünmüş. Göçmen kadınlar hakkındaki bir çalışmamı aktarmıştım o makalede: Göçmen kadın ekonomik anlamda çok kolay uyum gösteriyor, çalışıyor, banka hesabı var, tüketim yapıyor, tasarruf yapıyor. Ama özgürleşmek için hem siyasi bakımdan hem sosyal bakımdan aynı ölçüde ilgili olması lazım. Çıkan sonuç, sadece ekonomik bakımdan entegre olduğuydu. Anayurda geri geldiğinde, çalışma imkânı da bulamazsa yine eski haline dönüyordu.
Mirdal’la 1980’deki BM’nin Dünya Kadın Kongresi’nde tanıştık. Asistanları o tarihten sonra benim makalemden hareketle Danimarka’daki tam dört göçmen kuşağını inceledi. 1980’de birinci kuşak, 1990’da ikinci, 2000’de üçüncü… Söylediklerimle örtüşüyordu. 2012’deki dördüncü kuşağın kadınlarının bir bölümü bile bu şekilde davranıyordu.
Mirdal şimdi Paris’te İleri Araştırmalar Enstitüsü’nün direktörü. Burası yeni ve önemli işler yapan bir kurum. Geçen yıl burada benim o söz konusu makalemden hareket eden bir konferans düzenlediler. Avrupa’da ne kadar sosyal bilimci varsa makaleyi yorumladı. Hayatımın en önemli olayı bu. Yarı yarıya haklı, yarı yarıya haksız çıktım. Şimdi oradaki tüm sunumlar toplandı. Bilgi Üniversitesi Yayınları hem Türkçe hem İngilizce basacak. Bu bana hayattaki en büyük ödüldür.
İşte küçük Nermin’in gerçekleşen büyük hayalleri.
Eserleri, yaptıkları ve yetiştirdiği öğrencileri.
Atatürk’e layik bir Atatürk kızı olarak bayrağı alıp, gururla daha da yukarıya taşıyıp sonraki kuşaklara teslim edişinin hikayesi.
Pekiyi, ya biz?
Layık olabildik mi Atatürk’e?
Onun yolundan gidip bayrağı bize teslim edenlere layık olabildik mi?
Olabilecek miyiz?
Bir Yanıt
Emeğinize ve yüreğinize sağlık.