Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) olarak sürgün yeri Şam’dan yeni gelmişti.
“Mustafa’m“diye sarıldı annesi. Mustafa’sını zayıflamış, süzülmüş bulmuştu. Mustafa’nın ise keyfi yerindeydi. Manastır Askeri İdadisi ve İstanbul Harp Okulu’ndan beri görmediği can kardeşleri Salih Bozok, Nuri Conker, Fuat Bulca, İsmail Hakkı Kavalalı ve burnunda tüten Selanik’e kavuşmuştu.
Akşam arkadaşlarıyla buluşmak için plan yaptılar hemen. Selânik’in kordon gazinosu mu, Olimpos mu, Kristal mi derken kendilerini Tokli’nin meyhanesinde buldular. Biraz müzik, biraz sohbet, beyaz leblebi ve rakı iyi gelecekti.
Ülke sorunları, gelecek ve planları üzerinde sohbet ederlerken, yanık sesli bir Selanik’linin derinden söylediği bir türkü kulaklarına çalınınca hepsi sustu.
Selanik içinde selam okunur
Selanın sedası dostlar cana dokunur
Gümüş kazma ile mezar kazılır
Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
Hepsi dolu gözlerle bu acıklı bir aşk hikayesini anlatan Selanik türküsünü dinlediler. Türkü bitti.
Hepsi derin bir iç çekerken Kavalalı aşka gelip “çal bir Zeybek bre” diye bağırdı. Zeybek çalmaya başlayınca Çakmak gözlü yakışıklı Yüzbaşı ayağa kalkıp ağır adımlarla yürüdü ve kollarını bir kartal gibi iki yana açıp ellerini kartal pençesi yaptı. Müziğin ritmiyle beraber topuklarını vura vura herkesi hayran bırakarak muhteşem bir “Zeybek” oynadı.
Sene 1907, Mustafa Kemal henüz 26 yaşındaydı.
1907 senesinde arkadaşlarına çizdiği Kuvvayi Milliye haritası ve vatanı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için yaptığı ateşli konuşmaların üzerinden uzun yıllar geçmişti. İmkansız denilen mucizeleri teker teker gerçekleştirmiş, Milli Mücadele ile bağımsızlığımızı kazanmış, Cumhuriyeti ilan etmiş, at nalına çakacak çivisi olmayan bir ülkeyi 10 sene içinde tarımdan ulaşıma, sanayiden ekonomiye, eğitimden sanata kadar çağ atlatmış, Türkiye’yi dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri konumuna getirmişti.
Hastaydı artık. Yorgundu.
Ama aklı Hatay, Musul ve Kerkük’teydi.
Öncelikle Fransızlarla Hatay üzerindeki planlarını gerçekleştirerek Hatay’ı Türkiye Cumhuriyetine bağlamayı düşünüyordu.
Doktorlar kendisini yormaz ve rejimine dikkat ederse en fazla 9 ay daha yaşayabileceğini söylüyorlardı. Oysa o güney sınırımıza gidip güç gösterisi yaparak Hatay’ı ait olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne katmayı aklına koymuştu bir kere.
Önce Bursa’ya gitti. Merinos fabrikalarının açılışını yaptı. Akşam kendisi için bir balo düzenlenmişti. “Aman” diyorlardı, “Paşam, kendinizi sakın yormayın”!
Tarih 2 Şubat 1938. 400 senelik bir rönesansı 10 seneye sığdıran Mustafa Kemal Atatürk henüz 57 yaşındaydı. Doktorların “kendinizi yormayın, seyahat yasak, dinlenmeniz lazım” tavsiyelerini hatırlatan Salih Bozok’a “daha Hatay var çocuk, güçlü durmamız lazım” diyerek cevaplıyordu.
Savaş meydanının mavi gözlü kartalı, salonda herkesi kendisine hayran bırakan bir centilmendi. Havada uçuşurcasına yapılan bir valsin ardından onun sağlığı için endişelenen yaver ve yakınları tam vals bitti, Paşa oturacak diyerek bir derin nefes almak üzereydiler ki çakmak gözlü orkestraya döndü ve “Zeybek” dedi.
Orkestra tam çalmaya başlamıştı ki o eliyle işaret etti, “o değil” dedi. “Sarı Zeybek”!
Aynı 26 yaşında Selanik’de yaptığı gibi topuklarını vura vura zeybek oynamaya başladı. Dans değil bir ritüel gibi, bir destanı gibi, ölüme kafa tutar gibi, Ödemiş ve Aydın efelerini gölgede bırakacak bir kahraman gibi Zeybek oynuyordu.
Gecenin sonunda sabaha yakın otomobiller fabrika kapısı önüne dizilmişti. Ama Paşa arabaya binmedi. Bursa’nın sabaha karşı sert, rutubetli ve hatta yakıcı havasında derin derin nefes alarak tek başına yürümeye başladı. Etrafındakiler onu uzaktan takip ediyorlardı. Sonunda bir yol kavşağına gelince durakladı. Sert bir sesle “Fakat bizim bir arabamız olacaktı. Yayan mı gideceğiz yoksa?” dedi. Bu söz üzerine araba hemen Paşa’nın yanına yanaştı. Paşa arabaya biner binmez başı bir tarafa yasladı ve şöföre “Çabuk ol çocuk üşür gibi oluyorum” dedi.
Sonra ekledi. “Ne güzel bir geceydi”!
Bu onun oynadığı son zeybekti.
Zeybek oyununu hep sevmişti. Ümmet’den Millet olmaya, kulluk’dan, vatandaş olmaya adım atılırken Türk tarihini, Türk dilini ve Türk halk kültürünü derleyip, gelecek nesillere aktaran çalışmaların yapılması onun sayesinde olmuştur.
Bu kültürün gelişmesine ve yaygınlaşmasına öncülük eden önemli şahsiyetlerden biri de sporcu, subay, araştırmacı, yazar olarak bu ülkeye büyük hizmetleri olan Selim Sırrı Tarcan’dır. Atatürk, Selim Sırrı Tarcan’ın derleme ve düzenlemesini yaparak tanıttığı, “Yeni Zeybek” oyununun, folklorik, kültürel ve estetik özelliklerini övmüş, kızlı, erkekli oynanan bu oyunun tüm dünyaya tanıtılmasını istemişti.
Kurtuluş savaşı sırasında Atatürk’ün korumasını yapan Topal Osman müfrezesi yani “Kara Zıpkalılar” 42 ve 47alaylarda görev alarak savaşa katılmışlardır.
Sakarya meydan muharebesi büyük bir hızla devam ederken ters bir gelişme oldu ve
Başkomutan Mustafa Kemal derhal müdahale istedi. İstedi ama ellerinde takviye güçleri yoktu. Bir tek Osman Ağa’nın Kara Zıpkalılar grubu vardı ancak onların da silahları yoktu. Paşa “süngü taksınlar ve saldırsınlar” dedi. Oysa Osman Ağanın askerlerinde süngü de yoktu. Süngü yerine bellerinde eğri bıçakları vardı.
Bıçaklarını çeken bu iki bin kişilik Kara Zıpkalılar düşmanın üstüne “bir horon oynar gibi” oynayarak ölüme gittiler. O gün iki bin kişilik Karadeniz uşaklarının oluşturduğu 42 taburdan geriye canlı 84 kişi kalmıştı. Başlarında Binbaşı Hüseyin Avni olmak üzere bir çoğu Sakarya Ovasına kanlarını dökerek şehit olmuşlardı.
Hepsinin elleri kınalıydı, yağmura karıştı göz yaşları,
Yürekleri bilekleri gibi kocamandı,
Hepsi birer kahramandı,
Hepsi birer Aba zıpkalıydı.
Kara zıpkalılar bir daha Karadeniz’e dönmediler,
Bir daha asi Karadenizin o deli dalgalarını göremediler, duymadılar.
Bir daha deniz kokusunu koklayamadılar. Sevgililerinin gözlerinde buldukları o masmavi Karadenizi, anayı, babayı, yari, ne de kundaktaki bebelerini bir daha göremediler. Hepsi de horon oynar gibi bu vatan için, bu millet için omuz omuza ölüme gittiler.
Atatürk’ün karargah olarak kullandığı eski istasyon binasında Kara Zıpkalıların olduğu kısımdan değişik bir müzik sesi gelmektedir. Paşa merak eder içeri girer. Girer girmez müzik sesi kesilir. Paşa sorar, “nedir bu”?
“Çemençedur Paşam”!
“Nedir bu çemençe”?
“Haçan pizum uşaklar Çanakkale’de cephe’da bile çemençe çalıp horon ederlar Paşam”!
“E haydi o zaman yapın bir horon da görelim”!
İşte ilk orada izlemiştir Atatürk horonu.
Bir daha izlediğinde ise sene1936’dır. Balkan Oyunları Festivali’nde Atatürk Artvin Bar’ı oyununu izler ve çok hoşuna gider. Tekrar oynamalarını ister. Bitince bir daha ister ve kendisi de barbaşı olarak oyuna girer. Kaynağı “aşk ve kahramanlık” olan Artvin Barı’nın ismi o günden sonra hala günümüzde oynanan “Ata Barı” olur.
Büyük bir mirastır folklorumuz.
Doğu Karadeniz ve iç kısımlarda “tulum” sesi yayılır. Sihirli köyün kavalcısı gibi büyüler insanı. Burada horon daha yavaş, sert vücut hareketleriyle ön plana çıkar. Bu danslarda düşmana karşı çıkan cesur yürek de vardır, aşıkların hikayeleri de. Deli horon, normal horondan daha agresif, sert ve keskin hareketlerle oynandığı için bu isimle bilinir. Özellikle Artvin’in temel oyunlarından biridir. Halka şeklinde bir araya gelinerek oynanır. Özellikle de Hemşin’de coşkuyu arttırmak için uzun naralar atılır. Belli bir katılımcı sayısı yoktur. İsteyen herkes oynayabilir. Genellikle açık havada oynanır. Sahile yakın yerlerde ise horon farklılaşır. Tulumun yerini de daha çok Kemençe alır. Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’nin ortalarına kadar Kemençe ağırlıktadır. Kemençe’yi yere koyup baktığınızda bir balıkçı teknesi olan taka’ya benzer. Horon da çırpınan karadeniz dalgaları ve ağlara yakalanmış hamsi gibidir. Kırım Türklerinin Çoban oyunundan, Kafkaslara ve Karadeniz’e uzanan halk danslarına baktığınızda yörelerin özellikleri ve benzerlikleri son derece açık olarak görülür.
Artvin, Ağrı ve Kars’da Kafkas ve Azeri oyunları da oynanır.
Zeybek, halkı koruyan cesur adam temsilidir. Kollar omuz hizasında açılarak büyük adımlar ata ata ağır biçimde hareket edilir. Zaman zaman yere eğilerek bir dizin yere değmesi zeybeğin hareketleri arasındadır. Zeybek oyunları, Bengi ve Seymen Bölgesi Balıkesir, Bergama, Ödemiş, Aydın, Denizli, İzmir, Muğla, Uşak, Burdur, Kütahya, Manisa illerini kapsar. Ankara, Bolu, Kastamonu illerin de de Ege’nin zeybek oyunlarını andıran, ama onlardan birçok yönden ayrılan efe ve seymen oyunları görülür. Bu oyunlar, eskiden bu yörelerde yaşayan ve zeybek, efe, seymen adıyla anılan yiğit kişilerin oynadığı, köklü bir geleneği olan oyunlardır. Bu oyunlar günü müzde de efe ve zeybek giysileriyle, tavırla rıyla oynanır. Her birinin kendine özgü ezgisi vardır. Ya davul zurna ya da yöresel çalgılar dan biri eşliğinde oynanan bu oyunların çoğunun türküsü de vardır ve bu türkü oyun sırasında söylenir.
Hiç barsız, halaysız düğün, eğlence olur mu?
Bar tutanlara dikkat ederseniz göğüsler ileride, omuzlar biraz abartılı olacak kadar dik, başlar yukarıda olur. Özellikle düğün ve eğlencelerde masanın altından çaktırmadan limonataya dökülen alkölün etkisi belli olmasın diye biraz abartılı olduğunu düşünebilirsiniz. Bar Bölgesi genelde Erzurum, Erzincan, Bayburt, Kars, Artvin ve Ağrı illerini kapsar. Başlangıçta ağır sayılabilecek bir ritimle başlayan bu oyunlar giderek hızlanır. “Sekme” ya da “yelleme” bölümlerinde çabuk ve çevik hareketlerle sürer. Davul zurna eşliğinde oynanan barlarda dizi başındaki oyuncuya “barbaşı” adı verilir.
Halay, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, İç Anadolu, Orta Karadeniz ve Çukurova bölgesinde oynanan oyunların genel ismidir. Türk ve Alay kültürüne ait imgeler taşır. Adana ile Antep arasında oynanan Çukurova (Güney) Halayları; Antep’in doğusunda kalan bölgeler Doğu Halayları; İç Anadolu bozkırlarında ve Orta Karadeniz’de oynananlara Bozkır Halayları adı verilir. Kurak toprakta ayağını toprağa süren, çiftçilerin ekimleri, bereket kutlamaları, kızların testilerle su getirmeleri gibi bir çok değişik motifleri vardır. Bitlis, Gaziantep ve Urfa oyunları destan gibidir ve inanılmaz süratli oyunları vardır. Sivas, Çorum. Yozgat, Kayseri, Malatya, Elazığ ve özellikle Diyarbakır halaylarının kendilerine has motifleri vardır.
Halay veya horon’da bir araya gelecek genç kız ve delikanlıların heyecanı bir farklıdır. Gönlünde olanın yanında yer kaparak elini tutabilmek ne kadar önemlidir, anlatılmaz, yaşanır. Halay dizi halinde ve her zaman davul zurna eşliğinde oynanır. Her halayın kendine özgü müziği ve çalgı eşliğinde söylenen türküsü vardır. Halay dizisi “halay başı” adı verilen oyuncu tarafından yönetilir. Barda olduğu gibi çok ağır başlayan halaylar, “ağırlama” da denen bölümün ardından giderek hızlanır. Sıçramaların sıklaştığı, hareketlerin keskinleştiği görülür. En ünlü halaylar arasın da Sivas, Çorum, Turnalar, Kargın, Koç, Abdurrahman, Gelin ve Kartal halayları vardır.
Hora, Trakya Bölgesi’nde oynanan bir halk oyunudur. Ritmi çok hızlı ve kıvraktır. Ayak adımları ön planda olan detaylardandır. Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Silivri, Çatalca, Tekirdağ hora oyununun icra edildiği illerdir. Türkiye dışında Makedonya, Bulgaristan, Kosova, Balkanlar hora görülen ülkelerdir. En yaygın oyunları kasap havası ve gelin damat oyunudur. Kasap oyunları “kasap havası” adı verilen bir ezgi eşliğinde oynanır. Türkiye’de oynanan biçiminde Balkanlar’a özgü hareketler ile Türkler’e özgü hareketler bir arada sergilenir.
Bir de kökleri Orta Asya’ya hatta Şamanizm’e dayanan Kaşık Dansları vardır ki Bölge olarak daha çok İçel’in Silifke ve Mut ilçeleri ile Antalya’yı kapsar. Konya, Kırşehir, Eskişehir, Bartın ve Safranbolu yörelerinde de kaşık oyunları görülür. Kaşık, oyun sırasında bir ritim aracı olarak oyuncula rın ellerinde bulunur. Oyuncu her iki elinde birer çift kaşık tutarak ve bunları uyumlu bir biçimde birbirine vurarak müziğe eşlik eder. Silifke ve Mut yöresinin kaşık oyunları ve müziği son yıllarda ülke çapında yaygınlık kazanmıştır.
Kaşık aynı zamanda Alevi ve Bektaşi topluluklarında yaygın olan, müzik eşliğinde uygulanan törenlerdir. Cem evlerinde yapılan Semah, Hakk’a yaklaşmaktır. Alevi semahlarındaki çalgı bağlamadır.
Zengin bir miras ve köklü bir kültürün yansımalarını beğenmişsinizdir umarım.