“Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal’in yaptığını yapabilecek cesarette demiyorum, belki ondan daha gözü pekleri vardı; azminde demiyorum, belki onun kadar azimlileri vardı; bilgili de demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı; fakat kırk yıllık ömrümde onun liderlik dehasında hiç kimseyi görmedim.”
İşte Falih Rıfkı Atay’ın Atatürk tarifi.
Atatürk kendisini çok iyi yetiştirmiş, olağanüstü bilgili ve entellektüeldi. Bunun önemini yaşadığımız dünyada bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanları gördükçe daha da çok anlıyoruz.
“Eğer okumasaydım, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım” demişti. Her zaman, her fırsatta okurdu. Yatılı okulda herkes yattıktan sonra loş ışıkların altında okur, derin düşüncelere dalardı. Voltaire, Montesguieu, Rousseau gibi önemli düşünürlerin eserlerini okuyup arkadaşlarıyla tartışırdı. Harp Okulunda okurken gazete çıkarmaya başlamıştı. Cephede, savaşta, barışta, her zaman, her yerde okurdu. İlerleyen zamanlarda okurken çok yorulduğunda banyo yapar ya da yaşlanan gözlerini tülbentle ıslatıp sabahlara kadar okurdu. Okuduğu kitaplara notlar alırdı. Kırmızı ve Mavi kalemle önemli olan fikirleri ayırır, önemli, çok önemli diye çarpı işaretleri koyardı.
Ayda bir kitap okusanız senede 12, on senede 120 kitap eder. Yirmi senede 240 kitap. Diyelim ki bunun iki mislini okudunuz, yirmi senede 480 kitap yapar.
Oysa Atatürk 57 senelik kısa hayatına bir çok mucizelerle beraber tam 3 bin 997 kitap sığdırmıştı. 5 bine yakın kayda geçmeyen eser olduğu bilinmektedir.
Pekiyi, Atatürk’ün kitap daha doğrusu kitaplar yazdığını da biliyor muydunuz?
Medeni Bilgiler, Arıburun Muharebeleri Raporu, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlasbad Hatıraları, Zabıt ve Kumandan ile Hasbıhal, Cumalı Ordusu, Takımın Muharebe Eğitimi, Geometri, Taktik Meselenin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler, Bölüğün Muharebe Eğitimi, Taktik Tatbikat Gezileri ve elbette bizim için en önemlisi olan Nutuk!
Nutuk’dan başka benim en çok ilgimi çeken ve bir çok gencimizin bilmediği kitap ise Geometri. Bu kitap, ilk kez 1937 yılında, Geometri öğretenlere ve bu konuda bilgi isteyenlere kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır. Atatürk bu eserde günümüzde kullandığımız terimleri türetmiştir.
Örneğin size “re’sen mütekabil zâviye” desem büyük bir ihtimalle bana boş gözlerle bakıyor olabilirsiniz ancak Atatürk’ün buna verdiği isim “ters açı”. Murabba’ya kare, mazrubata tefrik yerine çarpanlarına ayırma, nıfs’ı kutur yerine yarıçap, mesâha-i sathiyye yerine ise alan demiş.
Yalın, öz, anlaşılır ve mantıklı.
Yani yaptığı diğer bütün işler gibi.
Ankara’ya gidenler bilir.
Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi vardır. Atatürk’ün kurduğu bu müzenin tarihini de bilir misiniz?
1921.
Yani savaşın, milli mücadelenin tam ortası.
Yine böyle bir zamanda eğitim kurultayı toplamıştır. Zamanlama konusunda kendisini uyarmaya çalışanlara cevabı ders niteliğindedir.
“Cehalet ile savaşmak, düşman ile savaşmaktan daha kolay değil ki, bizler gelecekte irfan oduları kuracağız”.
İlk olarak 1931’de Türk Tarih Kurumu’nun temellerini atmıştır.
Atatürk ölümünden yaklaşık bir buçuk yıl kadar önce o amansız hastalığı ile boğuşurken önce dil kurultayını yapmış, (24-31 Ağustos 1936) bunun hemen ardından da 1936-1937 yılı kış aylarında kendi eliyle bu Geometri kitabını yazmıştır. Yapıt ilk kez 1937 yılında Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır.
Bu yapıttaki boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir.
Yapıttaki tanımların tümünü Atatürk yazmış, her tanım ve ilgi kavramlarını tüm öğeleriyle eksiksiz ve açık biçimde anlatmış, özel ve temel niteliklerle beraber örnekler de yer verilmiştir.
Çanakkale’de dört gün, dört gece süren sert çarpışmalar sonunda karşılıklı olarak bir mola alınır. Herkes kendi yaralılarını toplamaya, ölmüşlerini toprağa vermeye başlar. Dört gün sonunda ilk defa nefes alacaklardır. Kimi mektup yazmaya başlar, kimi üstünü başını temizliyordur. Herkes ilk fırsatta biraz gözlerini yummak ve uyumak istemektedir. Atatürk ise cepheleri dolaştıp işlerini bitirdikten sonra uyumak yerine kitap okumaktadır. Bunu daha sonra kendi anılarında da yazar. Uyumak ne mümkün der. Her gözünü yumduğunda gördüğün tek şey havada uçuşan kurşunlar, yanık bedenler, kopmuş eller, kollar, inleyen askerler, kan ve barut kokusudur.
Gazeteci Ruşen Eşref Günaydın Çanakkale’de Atatürk’ü ziyarete gittiğinde şasırmıştır. Çünkü odasına girdiğinde Atatürk’ün masasının üzerinde Balzac’ın Colonel Chabert’i, Maupassant’ın Boule De Suif’I, Lavendan’ın Servir kitapları olduğunu görmüştür. Atatürk’ün Eceabat’tan Madam Corinne’ye yazdığı mektuplarda kendisinden kitap istediğini görebilirsiniz. Fransızca eserlerin çoğunu aslından okumuştur.
Büyük Zafer de muhteşem bir taktik ve hala bir çok okullarda okutulan ders niteliğinde bir başarı hikayesidir. Onca askerin gündüz düşmana göstermelik kuzeye yürüyüp sonra gece gizlice güneye yürümesi, gücün ve baskının saklanması, sağ gösterip sol vurmak gibi bir taktik ve kesin zafer. Büyük Zafer’den sonra Meclis konuşmasını yapmadan önce biri seslenir. “Müthiş bir zafer, eşi benzeri görülmemiş bir askeri manevra”!
“Hayır” der Atatürk.
Anibal’in Cannes’da yaptığı manevranın hemen hemen aynısı.
Bilgi olmadan olabilir miydi?
***
Büyük Taaruz’dan birkaç gün önce yaverine döner ve “Biliyor musunuz, gece Reşat Nuri Bey’in Çalıkuşu romanını okumaya başladım. Çok beğendim. İhmal edilmiş Anadolu’yu ve genç bir hanım öğretmenin yaşadığı zorlukları ne güzel anlatmış. Bitirince İsmet’e vereceğim. Sonra da sizler okuyun.
Konya’da milli mücadeleye karşı gelen yobazlara İslam Tarihini anlatmıştır.
Okumaktadır çünkü.
Uhud’dan Napolyon’a, İskender’den Diojene kadar. Fransız İhtilali Beyannamesinden tutun da Voltaire, Montesguieu, Rousseau’ya kadar.
Henüz öğrencilik yıllarında bunları okur ve arkadaşları ile tartışırdı. Hafta sonları Ali Fuat Cebesoy’la beraber Galatasaray Lisesinin yanındaki Café Zeuve’ye gider yabancı basını takip eder, gazeteleri okur, notlar alırdı.
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anlatıyor. “Okumayı çok severdi. Genel bilgisini sürekli olarak artırmaya çalışırdı.
Zengin bir kütüphanesi vardı. Okuması da çalışması gibiydi. eline aldığı kitabı ilginç bulduysa bitirmeden bırakmazdı.”
“Çankaya Sofrası” yada “Çankaya Fikir Toplantısı” denen akşam yemekleri sırasında sofrada mutlaka kara tahta, tebeşir, kağıt, kalem ve ilgili kitaplar bulunurdu.
İstanbul’a geldiği yaz aylarında yine çalışmalarını sürdürür, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinden kitaplar alır, incelerdi. Zaten İstanbul Üniversitesi Kütüphanesini daha önceleri çok etkilendiği Yıldız Sarayı Kütüphanesi kolleksiyonlarıyla geliştirip, zenginleştiren de bizzat Atatürk’ün kendisidir.
Atatürk, İstanbul’a gelirken kendi kütüphanesinden bir çok kitapları da beraberinde getirirdi. Bu çalışma çok keyifli bir ritüele benzerdi. Kütüphane memuru ile baş sofracısı götürülecek kitapları, boş cephane sandıklarına
yerleştirir. Muhafız Alayı erleri de bunları arabalara taşırlardı.
Güzel bir anıyla sonlandıralım hikayemizi.
Büyük Zafer sırasında Anadolu’ya geçen Halide Edip ve Ruşen Eşref’’i İsmet Paşa karşılar, hoşgeldiniz” der. Mucizevi “İlk Hedefiniz Akdenizdir, İleri” emri dillere destan olmuştur. İsmet Paşa Halide Edip’e “tam zamanında geldiniz, Başkomutan olup bitenleri yazmanızı istiyor” der.
Halide Edip şaşkındır, “bu kadar işin içinde bunları da mı düşünüyor”?
“Eee” der İsmet Paşa, “onun adı neden Mustafa Kemal”?
Ruşen Eşref heyecanlıdır, “haydi” der, “görüşelim Paşayla”.
“Paşa cephede, 11. Tümen savaş idare yerine gidiyormuş.”
Şaşkınlıktan ağızları açık kalır.
“Ateş hattı değil mi orası?”
“Evet, ateş hattı!”
En heyecanlı, en modern ve teknolojinin tüm nimetlerini kullanarak yapılan macera filmlerini toplasak bu yaşanmışlıkların yanında sönük kalır.