Ara
Close this search box.

Osman Nevres

Recep oğlu Osman Nevres’in ailesi aslen Konya yörüklerinden, evlad’ı fatihandı.

Yani Balkanların Türkleştirilmesi politikası çerçevesinde asırlar önce Anadolu’dan Selanik’e yerleştirilmiş bir ailenin çocuğuydu. 

Osman, ilk önce Mustafa Kemal’in de okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti, sonra Selanik Feyziye Mektebi’ni bitirdi. Zeki, çalışkan ve lider ruhluydu. Hocalarının ve okul müdürü Cavit Bey’in dikkatini çekmişti. Siyasal bilgiler eğitimi almak üzere Fransa’ya gönderildi. Burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi’nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. En yakın arkadaşları, daha sonra şair olarak ünlenecek olan Yahya Kemal ve Şeyh Şamil’in torunu Hamza Osman Erkan’dı.

Bir pazar tatilinde İsviçre’de sinemaya gitmişti. Film 1911 Türk-İtalyan savaşını konu alıyordu ve İtalyanları yüceltirken Türkleri aşağılıyordu. Dayanamadı, yanından hiç ayırmadığı tabancasını çekti ve sinemayı boşalttı. Büyükelçiliğin müdahalesiyle kurtulmuştu.

Bu onun sıktığı ilk kurşundu.

Birinci Dünya Savaşı çıkınca diğer öğrencilerle birlikte o da yurda döndü. Ülkesine hizmet etmek istiyordu. Özel olarak istihbarat ve propaganda için kurulan ‘’Teşkilat’ı Mahsusa’’ isinli kuruma girdi. İngiliz siyasetçilerinden Buxton Biraderler Balkanlar’da Osmanlılar aleyhine yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. İlk görevi Buxton kardeşlere suikast düzenlemek olmuştu. Teşkilat tarafından düzenlenen bir gazeteci kimliğiyle Bükreş’e gitti. Hedefi buldu takip etti ve vurdu.

Türk düşmanı hedefi olaydan yaralı olarak kurtulmuştu ancak bu suikast girişimi onları oldukça korkutmuştu. Çok iyi korunduklarını zanneden Türk düşmanı kardeşler bu olaydan sonra Shefield’e, İngiltere,ye dönmüşlerdi. Osman yakalanmadan izini kaybettirdi ancak teşkilat içinde olduğu tahmin edilen bir kansızın ihbarı sonucu yakalandı.

Bu onun sıktığı ikinci kurşundu.

Hapse atıldı. Osmanlı ordusunun Bükreş’e girmesiyle kurtarıldı ve İstanbul’a geldi ve oradan İzmir’e geçti. İzmir’de on yedi yaşındaki kız kardeşi Melek Hanım’la beraber kalıyordu.

Değişik isim ve imzalarla halkı uyandıran bildiriler yazıyor, tek sayfalık gazeteler çıkartıyordu. Teşkilat-ı Mahsusa üyesi bir yarbayla Ege’nin iç kesimlerine sık sık gidiyor, Yunanlıların İzmir’e çıkma ihtimaline karşı hazırlıklar yapıyordu. Çıkardığı gazetede en son makalesinde şöyle diyordu;”Bu vatan ya bizimdir ya hiç kimsenin onu ancak Allah’a veririz o da insansız olarak”!

Maalesef beklenen kara gün gelmişti.

15 Mayıs sabahı İzmir, Yunan ordusu tarafından işgal edildi.

Padişah, orduya zorluk çıkarmamaları, Yunan güçlerinin isteklerini harfiyen yerine getirmeleri konusunda emirlerini göndermişti. İzmir’e ayak basan Yunan ordusunu yerli Rumlar çılgın sevinç gösterileriyle karşılamışlardı.

O Alaybeyoğlu Recep’in oğlu Osman Nevres’ti.

Öyle eli boş, hiç bir şey yapmadan duramazdı.

Rumlar hep bir ağızdan, “Türklere ölüm, Türklere ölüm” diye bağırıyorlardı.

Yerli Rumlar ve Yunan askeri beraberce Yunan milli marşını okudular. Törenden sonra Efsun Alayı, önünde Alay komutanı, sancağı ve sancaktan daha büyük Yunan bayrağıyla yürüyüşe geçmişti. Rum kızları, Yunan yürüyüş kolunun her iki tarafına kordon oluşturmuşlar yürüyorlardı. Efsun Alayı, kilise çanlarının sesleri, mavi beyaz elbiseler giyinmiş Rum kızlarının şarkıları arasında Kordon boyunda ilerliyordu, üstü otel ve altı kahve olan adına da Askeri Otel denilen yapının önünden geçiyorlardı.

Kaldırımda sıralanmış halkın arasından hızla ilerleyen ince, uzun, siyah takım elbiseli yağız delikanlı dehşetten titreyen eline hâkim olabilmek için diz çöktü.

Alay Kumandanı İstavriyanopolis’in arkasından yürüyen dağ gibi sancaktarının alnına nişan aldı, elinde revolver toplu tabanca vardı.
“Olamaz, böyle güle oynaya giremezler” diyordu.,
Nefesini tuttu ve tetiğe bastı. Peş peşe altı el kurşun sıktı.

İlk başta Efsun alayının sancaktarının cansız bedeni atın üzerinden sırt üstü yere kapaklandı. Peşinden Bayrak tutan iki asker.

Her şey ağır çekim film gibiydi. Önce sessizlik, sonra şaşkınlık ve daha sonra büyük bir panik yaşandı. Yunanlılar kimin, kimlerin, kaç kişinin olduğuna bile bakmadan denize doğru kaçmaya başlamıştı. Efsunların püskülleri uçuşarak panik içinde rıhtıma doğru kaçışları görülmeye değerdi.

Hukuk’u Beşer gazetesinin başyazarı Osman Nevres Bey,in sıktığı kurşunların sesi, bütün bu zafer ve bayram havasını paniğe uğratmıştı.

Genç gazeteci, bu panikten yararlanarak hemen yan sokağa sapmış, iki üç yüz metre kadar gerilemişti. Genç adam tabancasının kurşunları boşaldıktan sonra yaklaşan Efsunlara cebindeki bombayı da savurdu. Uzun ve kuvvetli kolu ile savurduğu bomba, arkadan gelenlerin hemen yanı başlarında patlayarak onları bir süre durdurdu. Genç adam bu ara bir evin penceresinden kendisini gözyaşları ile seyreden yaşlı bir kadın gördü. Osman Nevres Bey’in mermisi de bitmişti.
“Nine, gördün ya” dedi.” Yarın ahirette şahidim sen ol, kurşunum tükendi, onun için geri gidiyorum. Gidiyorum demişti ama buradan çıkış olmadığını da biliyordu.

Sokağı dönemeden kurşunlar üzerine yağmur gibi yağmaya başlamıştı.

Birden fazla ağır yara almıştı.

Bir kaç saniye ayakta kalabildi, dudaklarında bir tebessüm, yüzünde bir rahatlık vardı.

Dizlerinin üzerine düştü. Daha sonra ellerini, avuçlarını açarak kaldırım taşlarını tuttu.

Yavaş yavaş yere kapandı. Sanki İzmir’i sımsıkı kollarının arasına almış, yurdumun topraklarına sarılmıştı. Sırt üstü düştü, birkaç kez çırpındı, yarı yüzükoyun döndü.

Hala nefes alıyordu.
Temkinli ve yavaş yaklaşan Yunan işgalciler onun yalnız olduğunu anlamışlardı. Etrafını sardılar, yerde yatan Osman Nerves’e ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine gelirse, orasına.

Osman Nerves, henüz gençliğinin baharında ‘’önce vatan’’ diyerek şehit olmuştu.
Bu onun sıktığı üçüncü ve son kurşundu.

Hani o filmde gördüğünüz, Yunan Bayrağının indirilip, Türk Bayrağının çekildiği ‘’İzmir Hükümet Konağı’’ var ya! Yaralı haliyle oraya ulaşıp, İzmir’e ilk giren ve Türk Bayrağını göndere çeken, soyadı kanunu çıktığında bizzat Atatürk tarafından ‘’İzmir’’ soyadı verilen Maçkalı Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşları daha sonra o Yunanlılar tarafından süngülerle delik deşik edilerek şehit edilen gazeteci Osman’ın son nefesini verdiği sokağa giderler.

Bir sancak da oraya dikerler.

Osman Nevres.

Türk basınının yüz akı, gurur kaynağı olan Osman, hayatı boyunca, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Bükreş’e gönderildiğinde kendisine verilen kimlikteki adını kullanmıştı.

Bugün de herkes kendisini o isimle tanır, o isimle yad eder.

Vatan toprağında Rahat uyu ‘’Hasan Tahsin’’!

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir