Yeni bir yıla adım atarken düşünüyorum, düşündükçe de sıkılıyorum.
Bu girdaptan çıkmak için her zaman yaptığımı yapıyor, düşünce şeklimi değiştiriyorum.
Ümitsizliğe kapıldığım durumlarda Atatürk’ü düşünürüm.
Durum onun yaşadıklarından da vahim olamaz derim kendi kendime. İstiklal Savaşı ve Milli Mücadele sonrası gerçek anlamda bağımsız bir devlet kurmak için çırpınmış olan Atatürk ne yapmış?
Gazete küpürlerini karıştırırken en çok sıkıntı çektiğimiz konulara bakıyorum. İşsizlik. Özellkile de genç nüfusun yaşadığı işsizlik sorunu. Hayat pahalılığı, ekonomi. Üretime değil de, tüketime odaklı bir ekonomi. Tarım’da yaşanan sıkıntılar, dışa bağımlılık. Hayvancılık, balıkçılık gibi en rahat olmamız gereken endüstrilerde yaşanan sıkıntılar.
Dahası da var.
Eğitim, sağlık, ulaşım, dış ticaret gibi bir çok konuyu ekleyerek listeyi uzatabiliriz.
Gelin, bugün elimizde olan olanaklar ve yaşam şeklimizi 1930’lu yıllarla kıyaslayalım. Yani %3 okuma oranı olan ülkenin 40.000 köyünün 38.000’nin de hiç okul olmayan zamanlarla.
Tüm ülkede sadece 554 doktor, 69 eczacı, 136 ebe ve 4 (evet yanlış okumadınız yazı ile dört) hemşire vardı. Bebek ölüm hızı %25, anne ölüm hızı ise %18’di. Yani her beş bebekten biri ve her dört anneden biri ölüyordu. Ülkede 3 milyon kişi sonu genellikle körlükle sonuçlanan trahomalı, 2 milyon kişi sıtma, 1 milyon ise frengi ile mücadele etmekteydi.
Vapur, tren, liman, araç, yol, demiryolu, köprü, baraj, fabrika, hastane filan demiyorum, at nalına çakılacak çivi yoktu.
Neler yapmış bu durumda?
Ümmet yerine millet, yani kulluk edenler yerine vatandaşlık bilincini yerleştirmiş.
Şimdilerde o çok konuşulan Finlandiya Eğitim sisteminin daha verimlisini o zamanlardan kurmuş. Halkevleri ve asker ocaklarını birer eğitim yuvası haline getirmiş. Yurtdışı’na öğrenci gönderirken ülkeye en tanınmış ilim adamlarını, öğretmenlerini getirmiş.
Tohum islahevleri, örnek çiftlikler kurmuş. Aracıya gerek kalmadan üretip, ürettiklerini ucuz fiyata halka ulaştırmaları için üreticilerle kooperatifler kurmuş. Harcamalarda hiç bir zaman israfa gidilmemiş, tutumlu ve son derece mütevazı, örnek bir yol çizmiş. Çok kısa sürede elde edilen refah ve kar payları ile bir yandan büyümeye devam ederken, bir yanda bu malları yurt dışına satıp karşılığında fabrikalar kurdurmuş. Banka kurarak çiftçilik ve hayvancılık yapanları desteklemiş. Sanayi hamlelerini yollar, köprüler, barajlar ve demiryolları takip etmiş. Otomotiv, silah ve uçak sanayileri kurulmuş.
Sadece 10 sene içinde.
Sanırım bu yüzden “Türk gibi başla, İngiliz gibi sürdür ve Alman gibi bitir” atasözü bize son derece uygun.
Çünkü onun ölümüyle beraber bu sağlam temellerin üzerine olması gereken inşaatı yapamamışız.
Neden “Türk; Öğün, Çalış, Güven”?
Vatandaşlık bilinci ile bir ideal yaratmak ve vatandaşları bu hedefler doğrultusunda bir araya getirmek için. Araplaşmış, tembelleşmiş, benliği unutturulmuş ümmetçi anlayış yerine, aynı kültür ve mirası paylaşan bir millet, kulluk etmek yerine vatandaşlık bilincini yerleştirmek için.
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözü, hangi etnik köken veya dinden olursa olsun, herkesi eşit ve adil bir şekilde kucaklayan bir anlayışın ürünüdür.
Birlik ol, bütün ol, doğru ol, yaptıklarından gurur duy. Türk tarih ve kültürü ile, üzerinde yaşadığın topraklar ve Anadolu medeniyetleri ile, haklı davan ve bağımsızlık mücadelen ile, dik ve onurlu duruşun ile öğün.
Tarihte yapıldığı gibi üzerine ölü toprağı atılmasına izin verme. Aklını kullan. Hedeflerini tespit et, kendini yetiştir. Bu uğurda tüm zorlukları aşmak için var gücünle çalış.
Seni karanlığa mahkum etmek isteyen zihniyete karşı her zaman aynı şekilde diren. Bu değerleri anlayan, senin gibi düşünen, senin gibi çalışan insanlara ve özellikle şartlar ne olursa olsun, tüm zorlukları aşabileceğine inan, kendine güven.
Yani yeni yıla girerken ümitsizliğe kapılmayın.
Yani hiç bir şey için geç değil.
Davranın!
Öğünelim, çalışalım ve güvenelim.
Durum “Ya İstaiklal Ya Ölüm” diyenlerin durumundan daha kötü değil.