Rahmetli Neşet Ertaş bir konserinde çok sevilen bir türküyü söylemek űzere bağlamasının tellerine vurmaya başlar, ancak halk el çırpıp ayağa kalkıp oynamaya başlayınca “durun” der.
“Bu öyle bir türkü değil dostlar, dinleyin sözlerini, bu bir ağıttır, ağıt” diye tamamlar sözünü.
Hangi türküdür bu?
Anaların yüreklerinden, yuvalarından, ocaklarından kopan, vatanı savunmak için cepheye koşan henüz onbeşinde genç çocukların, kınalı kuzuların türküsüdür bu türkü.
“Hey onbeşli onbeşli,
Tokat yolları taşlı,
Onbeşliler geliyor,
Kızların gözü yaşlı”…
Yörüklerden kaynaklanan kına yakmanın ürünü “Kınalı kuzu” geleneği, yüzyıllardan buyana Anadolu’nun tüm yörelerinde uygulanmaktadır.
Bugün de Anadolu’da “gelin”lere kına yakılır, anneler gelin giden kızlarına kına yakarlar, yeni evine teslim etmeden önce onları birer “kınalı kuzu” yaparlar.
Gerekçeleri köklüdür:
“Gelin, herşeyden önce evine, ailesine, çocuklarına iyi bakmalı, özetle onlara kurban olmalıdır.”
“Koç”lara da kına yakılır, Anadolu’da. Onun da gerekçesinde “kurban etmek” vardır.
Önce kına yakılır, “kınalı kuzu” yapılır koçlar, sonra Allah’a kurban edilir.
Anadolu’da bir de, asker ocağına uğurlanan delikanlıya kına yakılır; ana kuzusu delikanlılar önce “Kınalı kuzu” yapılırlar, sonra birer “Kınalı kuzu” olarak gönderilirler askere.
Onlar da birer “kurban”dırlar. Vatana kurbandırlar, millete kurbandırlar.
O nedenle “helalleşirler” anneleriyle, babalarıyla, yakınları, dostlarıyla, onlardan ayrılırlarken…
15 yaşındaki kendi çocuğunuzu dűşűnűn, onu getirin gőzlerinizin önüne.
Onun yaşamını düşleyin, bir süre için de olsa ona, anasının, babasının gözleriyle bakmayı deneyin.
Doğuşunu, adının verilişini, ilk adımını atışını, ilk “baba” deyişini, ilk dűşűp dizini kanatmasını getirin gözlerinizin önüne.
Sarıp sarmalayıp, kendisine pek de belli etmemeye çalışarak, ona hayran hayran baktığınız anlarınız geçsin şimdi de gözlerinizin önünden.
Ve bir kez daha bakın ona… İki gün önce saçlarına kına yaktığınız bu kuzunuz, şimdi askere gidiyor, cepheye gidiyor, savaşa gidiyor…
Elinde, babasının omuzuna kadar büyümüş boyuyla ters orantılı kocaman bir tüfeği var ama… Tüfeğinde mermi yok; yalnızca sivri bir süngü var ucunda.
Onbeşli “Kınalı kuzu”, bu silahıyla engelleyecek, yurdunu işgal eden düşmanı…
Bu davul gümbürtüsü, bu zurna havaları, bu dűğűn coşkusu, onun savaşa gidişini kutlayan köy halkını coşturuyor, köy halkı coşkusu, davul zurnanın coşkusunu coşturuyor…
***
Ağır yaralıları sona bırakıp, yarası hafif olanları tedavi edip geri cepheye gönderen, ilaç, sargı bezi, morfin kalmadığından ameliyat sırasında ağzına kösele verilip “ısır” denilen, vefat edince ısırdığı köselenin üzerinde üç dişinin kaldığına şahit olan, “ölürsem beni kefere diye ayrı yere gömmesinler sakın, beni de sizlerle beraber toprağa versinler” diyerek Başçavuş’a vasiyet eden Rum kökenli doktoru, Mehmetçik’le omuz omuza verip aynı hedefe koşan Ermeni kökenli mahalle arkadaşını, dört gün, dört gece top, tüfek mermileri karşısında süren savaşın sonrasında, sağa sola saçılmış kol parçalarını, bacak parçalarını ve…
Sıcaklığı henüz soğumamış kan birintilerini getirin gözlerinizin önüne…
Bilin ki, bilekten kopup şurada duran o elin avuç içi, henüz bir yavuklu saçı okşamamıştır; diz ekleminden koparılmış şu ayak, henüz bir bisiklet pedalı çevirmemiştir, bir futbol topuna vurmanın mutluluğunu henüz bilmemektedir.
Düşman Çanakkale’yi geçemediyse, işte şehitlerimizin o paramparça edilmiş bedenleriyle ve gazilerimizin bedenlerinden koparılmış o kol ve bacak parçalarıyla durdurulduğu geçememiştir.
***
Conk Bayırını ziyaret edin, kurşunların arasında en őnde yűrűyen Mustafa Kemal’in, göğsündeki saatine isabet eden şarapneli düşünerek, her kőşesi kanla sulanmış o toprakları gezin, gőzűnűzű kısarak bakın ve çevrenizdeki sessizliği dinleyin. Birkaç saniye sonra siz de duyacaksınız yüz yıl önceki gazilerin iniltilerini, can çekişen şehitlerin kelime’i şahadet getirebilmek için sakladıkları son nefeslerini…
Cepheye bir an önce gidebilmek geceden sıraya giren Galatasaray Lisesi öğrencilerini, İstanbul, İzmir Lisesi, Konya Lisesi öğrencilerini, Darülfünun öğrencilerini, tam kadro Tıp Fakültesi öğrencilerini ve…
Dört beş yıl tek mezun veremeyen okulların acılarını…
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, harita okuma ve yön belirleme konusunda üstün başarılı bir komutandı.
Komuta yetkisini Alman Mareşal Liman von Sanders’ten, “Lütfen bana bırakın” kararlılığıyla devralmasaydı, “geçilmez” gönül madalyalı Çanakkale, üstelik pek de zorlanmadan geçilmiş olurdu.
Ya da, bu cephe savaşın ilk günü Mustafa Kemal’e teslim edilseydi, Çanakkale elbette yine geçilmezdi ve üstelik, memleketin yetiştirmiş olduğu en iyi kadrolar, en iyi eğtimi görmüş öğrenciler ve subaylar ile onbinlerce Mehmeçik yanısıra, 1315 doğumlu binlerce “onbeşli”ler de, 14-15 yaşlarında şehit olmak zorunda kalmazlardı.
***
Çanakkale Boğazı, Istanbul Boğazı’nın iki misli uzunluğundadır ve en dar yeri 1300 metredir.
Boğazın her iki yakasında kaleler vardır. Bunlar Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul fethi için yaptırdığı Rumeli yakasında Kilidülbahir, yani Denizin Kilidi, Anadolu yakasında da Seddülbahir, yani Deniz Seti kaleleridir.
Boğazın bu en dar yerinin her iki yakasında yükselen kalelerden Çanakkale boğazına baktığınızda gőreceğiniz kuvvetli akıntı şaşkınlık vericidir. Daha da şaşkınlık veren ise bu kuvvetli akıntıda geceleri bir hayalet gibi çalışarak Çanakkale boğazını mayınlarla dokuyan ve dűnyanın en bűyűk donanmasına tek başına kafa tutarak onlara yaşayabilecekleri en bűyűk kabusu yaşatan Nusret Mayın gemisinin yaptıklarıdır.
Birleşik Düşman Devletleri’nin 19 Şubat 1915’te başlayıp, 13 Mart 1915’de başarısızlıkla sona eren deniz harekatını, dűnyanın en bűyűk donanmasının sonu olacak 18 Mart tarihli saldırısı izlemiştir.
Íşte Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görevli meşhur Seyit Onbaşı’nın öyküsü burada yazılmıştır. Tabya’da patlayan bir mermiyle Seyit’in arkadaşları şehit olmuş, Seyit Ali Onbaşı da hafif bir baygınlık geçirmişti. Kendine gelip, gözünü açtığında, üzerinde iki arkadaşının cansız bedenlerinin yattığını görmüştü. Osmanlı topuna yerleştirilecek mermiyi kaldıran vinç de parçalanmıştı. Mayınların arasından yara almadan geçmeyi başararak yoluna devam etmekte olan Fransız zırhlısı Bouvet’in durdurulması, bu durumda olanaksızdı.
Seyit Ali Onbaşı önce, herbiri 215 kilo ağırlığındaki top mermilerine baktı, sonra onları kaldırıp, dört basamak yükseklikteki topun ağzına yerleştirmek için kullanılan vincin saga sola dağılmış parçalarına baktı ve…
Hiçbir zaman yapılamayacak, fakat o an kendisinin kesinlikle yapması gereken tek hareketi yaptı. Yerinden fırladı, mermilerden birini sırtladı ve üç dört basamaklı merdivenden çıktı, her zaman vinci yaptığı işi bu kez tek başına kendi yaptı, mermiyi topun “yuva”sına yerleştirdi. Şimdi sıra, ateşlemeye gelmişti. İlk iki atışta merminin Bouvet’e hafif hasar vermekten başka bir etkisi olmadığını görünce Seyit Ali topun menzilini yeniden ayarladı ve üçüncü atışını yaptı. Íşte bu atışta yara alan zırhlı yan yatıp bir süre başıbozuk bir biçimde sürüklendi, sonra da Nusret Mayın gemisinin döktüğü mayınlara çarparak alabora oldu, battı, kendi kendine Çanakkale Boğazı’nın dibindeki yerine gömüldü.
Bu saldırıda dűnyanın en güçlü donanmasının en büyük zırhlıları olan Íngiliz HMS Ocean, HMS Irresistable ve Fransız Bouvet, komutanlarının şaşkın bakışları arasında boğazın soğuk sularına gömülürken, İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois da çok ağır yaralar alarak savaş dışı kalmışlardı.
Amiral Robeck ve Churchill bűyűk çapta bir kara harekatı olmadan Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anlamışlardı.
***
Çanakkale ile ilgili olarak okuduğunuz sayısız “savaş öyküleri”nden biraz değişik bir öykü paylaşacağım şimdi:
1915 yılı, Çanakkale Savaşı’nın en kanlı gűnleri.
Vefa Lisesi öğretmenlerinden Ahmet Rıfkı Bey sınıfa girip öğrencilerine selam verir ama öğrenciler selama karşılık vermezler.
Hoca şaşkın, “Hayırdır” der.
Arka sıralardan bir çocuk ayağa kalkar ve “Hocam mahallede eli ayağı tutan herkes Çanakkale’de, bizim yaşımız tutmuyor diye göndermiyorlar, siz ise hala buradasınız. Vatan elden giderse aldığımız eğitim ne işe yarar” der.
Hoca çok űzűlűr ve hemen bir dilekçe yazarak okuldan ayrılır, Çanakkale yoluna düşmek űzere hazırlıklara baslar.
Annesi yaşlı ve hastadır, Şehzadebaşı’nda beraber otururlar.
Başka da kimseleri yoktur.
Ahmet Rıfkı Bey, mahalle bakkalı Selahattin Adil Efendi’ye gider ve cebinde getirdiği “üç otuz para” deyimiyle ifade edilen çok az bir birikimini uzatır:
“Selahattin Amca, Allah’ın izniyle vatanın böğrüne saplanan hançeri çıkarmaya gidiyorum” der. “Bütün param budur. Senden bir isteğim, anamı iaşesiz bırakmamandır. Biriken borcumu döndüğümde öderim.”
Helalleşirler, ayrılır.
Mayıs ayında gittiği Çanakkale’de çeşitli cephelerde savaştıktan sonra Aralık ayında, Ahmet Rıfkı Bey’in şehit olduğu haberi gelir.
Annesi Ayşe Hanım dayanıklı bir kadındır. Gözü yaşlı dua ettiği günlerden birgün, aklına bakkala olan borcu gelir.
Gider bakkala, “Selahattin Efendi, biliyorsun oğlum Çanakkale’de şehit düştü” der. “Şehitlik künyesi, üzerinden çıkan eşyası ve ikramiyesi bir heyetle bana ulaştırıldı. Bizim şu veresiye defterini çıkar da helalleşelim, 7 aydır beş kuruş ődemedik, evladım borçlu yatmasın.”
Selahattin Efendi, “Senin okuman yoktur, bir yakınını gönder, onunla hesaplaşırız, teyze” der.
Komşunun kızı Gülşah ile beraber tekrar gelir Ayşe Hanım veresiye defterini gőrmeye.
Bakkal Selahattin Adil Efendi defteri açar ve komşu kızı Gülşah okumaya başlar. Okurken gittikçe gőzleri dolar ve hıçkırıklarla ağlamaya başlar.
Ahmet Rıfkı’nın hesabı kırmızı kalemle çizilmiş ve sayfaya boydan boya şőyle yazılmıştır.
“Bu hesap Çanakkale’de, Ahmet Rıfkı’nın helal kanıyla ödenmiştir, vesselam”.
***
Bu ülke bize miras bırakılmadı, ödünç olarak teslim edildi. Üstelik, koşullu olarak ödünç teslim edildi:
“Bizden sonraki kuşaklara, daha gelişmiş olarak devretmemiz koşuluyla…”
Başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm gazi ve şehitlerimizi sevgiyle, saygıyla, rahmetle anıyorum.
Kaya Boztepe.
3 yanıt
tek kelimeyle mukemmel !!fazla soze gerek varmi bilmiyorumda super bir yazi okurken insan yasar gibi oluyor
Kaya bey elinize kaleminize saglik. Cok guzel anlatmissiniz. Insallah gorenler sonuna kadar okuma zahmetinde bulunurlar.
Çok teşekkürler…