Tek bir Tengri yani Tanrı vardı.
Güneşten, aydan, yıldızlardan, doğadan güç alan bir inanış vardı.
Şaman inançlarına göre sadece insanların değil, tüm mahlukatın tek bir yaradanı vardı. Günümüzde kulaktan dolma bilgiler ve yetersiz eğitim sebepleriyle sanki Türklerin hep müslüman oldukları ya da hemen İslamiyet’i seçtikleri gibi bir algı var. İlk başlarda bazı zümrelerce yaratılan algı İslamiyet öncesi Türklerin putperest, kafir oldukları ve ahlaksızca bir hayat yaşadıkları şeklinde ifade edilirken gerçeklerin ortaya çıkmasıyla beraber algı tekrar değiştirilmek istendi ve Türklerin kendi dinlerine çok benzediği için Müslüman oldukları, Allah ve Muhammet sevgisiyle cihat yaptıkları söylendi.
Oysa tarih böyle değil.
Hatta Türklerin İslamiyeti seçmesi oldukça geç ve sürecin oldukça sancılı olduğunu bile söyleyebiliriz. Aynı şekilde Türklerin müslüman olduktan sonra Araplaşmadıklarını da söyleyebiliriz. Aksine Türkler, “şaman” kaynaklı bir çok inanç ve geleneklerini de beraber getirerek müslümanlığa farklı bir bakış açısı getirdiler. Bu durum uzunca bir süre böyle devam etti.
Ümmet’den Millet’e geçiş sürecinde, Anadolu Medeniyetlerinden Mısır’a, Eti’lerden Sümer’e, Orhun yazıtlarından Moğolistan’a kadar araştırmalar yapan Türk Tarih Kurumunu Mustafa Kemal Atatürk kurdu. Bu konularda büyük başarılara imza atmış ve çok değerli yayınları bulunan, Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan ile, 104 yaşını deviren ve hala gençleri aydınlatmaya devam eden, dünyanın en önemli Sümerolog ve araştırmacılarından biri olan Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendinin yayınlarını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Kızılderili Amerikan yerlileri ölülerinin arkasından ağıt yakarlarken bize ne kadar benzediklerini düşünürdüm.
Türkler, Şamanlar ağıt yakarlar yitirdiklerinin ardından. Ölülerinin üzerine bıçak koyarlar kötü ruhlardan sakınmak için. Arapların, daha doğrusu müslümanların mezar taşları yoktur. Topraktan gelinip toprağa gidilir müslüman inançlarına göre. Şamanizm’den gelen Türkler ise anıtlar, yazıtlar, kabir taşları ile süslerler ölülerinin mezarlarını. Cami ve türbelerde, özellikle de Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan sekizgen şekiller bir rastlantı değildir. Sekizgen yıldızları ayrıca kilim desen motiflerinde de görebilirsiniz. Hatta Atatürk’ün naaşı da bir sekizgen içerisinde olup, etrafında o zamanların 67 vilayetinden, doğmuş olduğu Selanik’den, Kıbrıs ve Kore şehitliği ile Süleyman Şah türbesinden getirilen topraklar harmanlanarak onun “En Kutsal Sensin” dediği Vatan toprağı oluşturulmuştur. Sekizgen Türk Mitolojisinde sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü simgeler.
Nevruz en eski ve en kutsal Türk Bayramıdır. Nevruz’da bir temizlik başlar. Bu hem günümüze kadar yansıyan bir bayram temizliğidir hem de yakılan ateşin üzerinden atlanır. Ateş kötülüklerden arındırır. Tütsü kötü ruhları uzaklaştırır. Hani dualarla kurşun dökülür ya, inanın müslümanlıkla filan bir ilgisi yoktur bunun. Şaman ritüelidir. Yeni başlangıçlar için kötü ve olumsuz her şey geride bırakılır. Ateşin etrafında saz vardır, söz vardır, eğlence vardır. Kadınlı erkekli eğlenilir. Ayrılık, gayrılık, haremlik, selamlık yoktur.
Dilekler tutularak ağaçların dallarına asılan çaputları, bezleri, kurdelaları düşünün lütfen.
Süslü çam ağaçlarının kilim desenlerine nasıl yansıdığını.
Emin olunuz o tarihlerde Noel filan yoktu. Hepsi eski şaman kaynaklı Türk gelenekleridir. Şaman ritüelleri içinde suyun da çok önemi vardır. Temiz olmak, su ile arınmak, su gibi gitmek ve su gibi dönmek. Neden eskiler hala taslarla su dökerler gidenlerin ardından?
Allah korusun diyerek tahtaya vurmaktan, nazar için yapılan bazı ritüellere kadar şaman etkisini net olarak görmek mümkündür. Gelinlerin kuşakları Kırmızı olur. Kırmızı renkli elbiseden Kırmızı çamaşıra kadar düşünün şöyle bir hafiften gülümseyerek. Kırmızı olsun üç kuruş fazla olsun. Anadolu kültüründe şaman’dan gelen Kırmızı renk uğuru ile Hazreti Ali taraftarlarının savaşta birbirlerini fark etmek için başlarına bağladıkları Kırmızı kuşaklar, onlara verilen “Alevi ya da Kızılbaş” lakaplarına kadar aradaki irtibatı düşünün lütfen. Aynı şekilde yeni doğanlar veya ebediyete göçenler için yapılan duaları, üçü duası, yedisi, kırkı duaları aslında Şaman Türkleri için son derece önemli ay ve gün hareketleridir. Üçlemek, beşlemek, yedilemek, kırklamak buradan gelir.
Anadolu Türkleri İslamiyetin kabulü ve Peygamberin ölümünden sonra kendilerine en yakın gördükleri Hz. Ali’yi takip etmişlerdir. Alevi kültürü eski Şaman Türkleri gibi saz ve söze önem vermişlerdir. Şaman ritüellerini andıran Semah, Cem ayini sırasında dedenin işareti üzerine gerçekleşir. Dedenin işareti üzerine kadın ve erkek canlar saz eşliğinde semaha kalkarlar. Semah dönen canlar duygunun, sevginin yoğunluğu içinde ibadet ederler ve bu Cem ayininin bir parçasıdır. Şaman Türklerinden gelen “Kırk rakamı burada da karşımıza çıkar. Kırklar Meclisini temsilen kadın ve erkek eşitliğinin önemi vurgulanır. Saygılı ve sevgili olmayı, alçak gönüllü olmayı, herkesin eşit ve ulu olması; vahdette kesret, kesrette vahdet olmayı, yani varlıkta birlik, birlikte varlık olma ilişkisinin önemi ifade edilir. Kadına saygı vardır, toplumda kadın ve erkek yan yana, omuz omuzadır. Cennet de, Cehennem de içinizdedir. Vicdanen rahat ve huzurluysanız Cennet, yok değilse Cehennem azabını bu dünyada çekersiniz.
Mevlevilikte de huzur veren ney sesi vardır.
Semazenlerin üzerindeki beyaz kıyafet kefeni, başlıkları mezar taşını temsil eder ancak bu ölümü değil, yeniden doğmayı temsil eder. Hakka ve hakikata ulaşmış insan yani “İnsan’ı Kamil” felsefesini anlatır. Dönerlerken sağ el göğe, sol el yere bakar. Hak’tan alır, halka verir.
Hacı Bektaş Veli, yani aslında Hace Bektaş’ı Veli, eline beline diline sahip ol demiştir. Halk arasında bu deyiş, “çalma, çırpma, hırsızlık yapma, söylediklerine dikkat et, kötü söz söyleme, kalp kırma ve kimsenin namusuna göz dikme” olarak anlatılır ancak konu biraz daha derindir aslında. Hace, farsça kökenli yani yol gösteren, öğreten, yöneten anlamındadır. Selçuklu zamanında ilim, irfan ve makam sahibi kimselere verilen bir ünvandı. Orhun yazıtları ile Hace Bektaş’ı Veli’nin bu sözlerinin ardında saklı olan rumuz ise eline sahip olmak, iline sahip olmak, vatanına sahip olmaktır. Beline sahip olmak toprağını ekip, biçmen, toprağı işlemen ve üretmen ile ilgilidir. Türk için toprak kutsaldır. Diline sahip olmak da öz Türkçe konuşmakla ilgilidir. Yörüklerin, Türkmenlerin yolu özellikle burada Mevlana’dan ayrılır. Farsça’yı Selçuklu’da resmi dil yapan Mevlana’ya tepki vardır. Dilini unutan benliğini unutur.
İslamiyet’ten çok öncelerine dayanan Türk destanları, hikayeler, Dede Korkut Masalları, Orhun Yazıtları, tarihçilerin notlarına bakıldığında Türklerin gelenek ve görenekleri, töreleri, inançları Anadolu’ya yansımış, günümüzde de yaşamaya devam etmektedir.
Türk töresi dürüstlük üzerine inşa edilmiş. Mert olmak, güçlünün değil, haklının yanında olmak bunların başında gelir. Kadına karşı saygı, kadının erkek ile eşit olması, büyüklere ve özellikle anneye gösterilen özen ve önemle beraber çocuklara, küçüklere yol göstermek, beraber eğlenmek, yemek, içmek, saz ve söz ile dans etmek bu törenin olmaz ise olmazlarındandır.
Gökte yeni ay çıkınca hemen dua ettirirlerdi eskiler. Müslümanlıkta böyle bir şey yoktur. Türkler doğaya inanır, doğayı sever, doğadan güç alır. Güneş, ay, yıldız, dağlar, kırlar, nehirler kutsaldır. Ruhları (tinleri) beraber ve uyum içindedir. Şaman, kam, ya da, ozan-büyücü (druide) toplumun tinsel (ruhsal) önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. İnsanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin “soluk, nefes” anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. İnsan tini genelde kuş simgesindedir.
Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını “Kök Tengri” Gök Tanrı’dan alır. İnsan Gök’ün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna “Kut” denir. Kut, “uğurlu, kutsal, şanlı” anlamlarına da gelir. (Bu yüzden de Kutlu olsun deriz).
Gök, gökyüzü, gökler sadece tinlerin yerleşkesi değil, yaşam gücü olan Kut’un da çıkış yeridir. Edilen dualarda para, pul, servet yerine Tanrı’dan daha çok Kutsal Tin olan Kut’u vermesi istenir. Uzun yaşamın kaynağı, toprağın bereketi, hayvanların yavrulaması, doğum, bolluk ve rahatlık Kut’un gücüdür. Kut (Tengri) Tanrı’dan gelir.
Gök Tanrı yıldızları, güneşi ve ayı kapsayan bir varlıktır. Tengri sözcüğü hem somut gökleri, hem de soyut göklerin ruhunu betimler. “Kök Tengri” Gök Tanrı aynı zamanda “Mavi Gök” anlamına da gelir. Bu da insanın, tüm canlı ve cansız varlıkların kök ve kökeninin “Gök Tanrı” olduğunun bir şifresidir. Tanrı, yani yaratan, insan ve diğer canlıların birlikteliği Platonizm’in de etkisiyle- Tasavvuf (Mistisizm, Gizemcilik) ve Sufi felsefesindeki “Varlık Birliği” (Vahdeti Vücut) inancının temellerini oluşturmuştur.
Gök Tanrı’nın yeryüzüne yansıması olan Umay bir bereket tanrıçasına özgü tüm özellikleri taşır. Ürünler, ekinler, hayvanlar ve yavruları, analar, gebeler, bebekler, çocuklar yeryüzü Tanrıçası Umay’ın koruması altındadır. İnsan ölünce göğe uçar. “Öldü” yerine “sunkar boldı” (sungur kuşu oldu), ya da, “uçuverdi” denir. Cennet’in adı “uçmag” dır. Kötülerin gittiği “tamag” denilen cehennemde suçlular cezaları bitene dek katran kazanlarına atılır.
Gelecek sayı; Türkler Nasıl Müslüman Oldu?
11 yanıt
Aydınlatmak kadar guzel bir şey varmıdır.Teşekkürler .Kaya bey
Çok teşekkürler.
Muthis, oze donus, b..u cikmis gunumuz din anlayisindan da kurtutulusun tek yolu.
Çok teşekkürler.
Kaya bey tebrik ederim çok güzel bir toparlama ve hatırlatma olmuş.
Daha çok öğrenmek lazım.
Çok teşekkürler. Birinci bölümününü de okumuş muydunuz?
Gok Tanriya geri donus Turklerin tek cikis ve kurtulusudur. Turk olmaktan gurur duymayi unuttugunuz son yillarda yaziniz ilac gibi geldi. Cok tesekkur ederim.
Çok teşekkürler
Ben tesekkur ederim
Hocam yazınız için teşekkürler insanın tarihini, kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmesi gerekir biraz vakit ayırıp yazınızı okuyan herkes, kendi için bir geçmiş bilgisine sahip olabilir. Kaleminize sağlık.
Teşekkürler