Ara
Close this search box.

Yurtta da, Dünyada da Barış!

İmkansızı başarmış, mucizelere imza atmış galip devletin temsilcileri Lozan’a gideceklerdi. Ömrü cephelerde geçmiş, hayatlarında hiç sivil elbisesi olmamış, borç parayla takım elbise diktirip yollara düşmüş bu onurlu devlet adamlarının ruhları şad olsun.

Hâlâ Lozan Antlaşmasıyla masada onu bıraktık, bunu bıraktık diyenlere önce açıp Sevr Antlaşmasını anlatmak lazım. Lozan olmasaydı Sevr olacaktı. Yani Türkiye eline bırakılan bir avuç Anadolu toprağında Fransa, İngiltere ve İtalya’dan oluşan üçlü bir Komisyon ile köle hayatı yaşayacaktı. Bu üçlü komisyonun onayı olmadan Türkiye, adım atamayacak, çivi çakamayacak kısaca, nefes alamayacaktı. Sevr Antlaşmasına göre Türkiye’nin kanun çıkarma hakkı yoktu. Mahkemesi, kolluk gücü, ordusu silahı, askeri yoktu, olamazdı. Yatırım yapamaz, banka kuramaz, para basamazdı. Fabrika, okul, hastane, yol, köprü yapma hakları bile olmayan, içte, dışta, her konuda herşeyiyle bu komisyona bağlı bir Türkiye olacaktı.

blog-ismet-inonu

Cumhuriyet düşmanı bazı zihniyetler ısrarla Lozan’da bize ne söylendiyse kabul ettiğimizi, Lord Curzon’un isteklerinin harfiyen yerine getirildiğini söylüyor ve yazıyorlar. Roman gibi yazılmış mesnetsiz kitapları belge gibi kullanmak pek bir moda son zamanlarda. Lozan hakkında tarihi belgelere, hatıralara bile bakmaya gerek kalmadan Curzon’un sadece tek bir cümlesini hatırlatmak istiyorum. Karşılaştığı direnç ve diplomatik dirayetten sıkılan Curzon İnönü’ye yaklaşır ve der ki:

“Konferanstan bir neticeye varacağız. Ama biz memnun ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi, makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır.blog-lord-curzon Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var bir de bu yanımdakinde (ABD gözlemcisi Richard Washburn Child).

Unutmayın, ne reddederseniz hepsi cebimdedir. Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz!”

İsmet Paşa cevap verir:

“Şimdi meseleleri halledelim, para istemek için gelirsem o zaman gösterirsiniz.”

Lord Curzon’un bu tepkisi, her dediğini kolayca kabul ettiren bir devlet
adamının tepkisi olabilir mi?

Onursuz ve esir yaşamaktansa “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyerek Milli Mücadeleyi başlatmış olan Atatürk’ün Lozan planı bellidir. Şöyle der:

“Temel ilke Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık ya ölüm! Türk milleti istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”

Sevr Antlaşması Türkiye’nin sonuydu, ölümüydü, bittiği, esir düştüğü son noktaydı. İşte böyle bir felaket tablosundan bağımsız, laik Cumhuriyet’e nasıl geldiğimiz konularını irdelememiz ve bizden sonra gelecek kuşaklara anlatmamız gerek. Yanmış, yıkılmış, kül olmuş, en iyi yetişmiş, okumuş kadrolarını Çanakkale’de, Sarıkamış’da, Milli Mücadele’de yitirmiş olan ülkenin genç yöneticileri, çoğunluğu ödünç aldıkları kıyafetlerle gitmişlerdi Lozan’a. Başlarına İsmet Paşa, ellerinde ise bir ateş topu gibi 14, “olmazsa olmaz” maddeden oluşan bir Hükümet talimatı vardı.

Neydi bu maddeler?

Doğu sınırı, Irak, Suriye sınırı, Adalar ve Trakya konusu ile Batı Trakya ve Boğazlar!

Sadece bu kadar mıydı?

Hayır, bir bu kadar hatta daha da zor olan başka bir konu vardı ki, başlı başına bir konferans konusuydu. Önce Türkiye’nin devlet sınırlarının çizilmesini ve onaylatılması, sonra, çizilen bu sınırlar içinde tam bağımsız ve egemen bir devlet kurulması, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi konusu vardı ki bu yeni bir çağ açmak demekti. Çünkü bu konunun içinde Kapitülasyonlar’dan azınlıklara, Osmanlı borçlarından ordu ve donanmaya, yabancı kuruluşlardan vakıflara ve Osmanlı’dan ayrılmış olan bir çok devletin konuları vardı, Musul, Halep, Hatay konuları vardı. Bütün bu zorluklar, tehditler, baskılar, kesilen görüşmelere rağmen dirayetle, adım, adım yürüyen Genç Türkiye Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı.

Bir yandan enkaz halindeki ülkeyi inşa etmeye, eğitimden adalete, ziraatten sanayiye kadar ülkeyi inşa etmeye çalışan Türkiye komşularla ve ülkelerle dostluk nasıl olurmuş dersini de vermeye başlamıştı. Hemen Lozan sonrası Polonya, ABD hemen ardından ise 1934’de Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile Balkan Antantı imzaladı. Bunu Yugoslavya, Bulgaristan ile İran, Irak ve Afganistan’la İran’da Sadabat Paktı takip etti. Bitmedi.

Türkiye Arnavutluk, Macaristan, İsveç, İspanya, Çekoslovakya, Estonya, Finlandiya, İsviçre, Litvanya, İrlanda, Norveç, Şili, Uruguay, Almanya, Sırp-Hırvat-Sloven Dostluk Antlaşması, Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması ve İngiltere ile anlaşmalar yaptı. Hem de bütün bunları Avrupa’nın, Sovyet Rusya’nın Amerika’nın baskılarına boyun eğmeden, onurlu bir şekilde yaptı. Konuyu yine Atatürk’den aldığımız cümle ile tamamlayalım:

“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

Konularımızı, tarihimizi, bugün yaşadıklarımızın sebeplerini bıkmadan, usanmadan genç kuşaklara anlatmaya devam edeceğiz.

[vc_row padding=”small” vpadding=”small”][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”30″ margin_bottom=”20″][/vc_column][vc_column width=”3/4″][vc_column_text el_class=”blognote”]Bu yazı ilk olarak, bir Başkent Üniversitesi Kültür Yayını olan Bütün Dünya Dergi’sinin 2016 Şubat sayısında yayınlanmıştır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/4″ text_align=”right” el_class=”blogbutton”][vc_button style=”alternateprimary” align=”center” title=”Dergiyi Oku” target=”_blank” href=”http://www.butundunya.com/index.php?arsiv=2016/02″][/vc_column][vc_column][vc_separator dh=”1″ color=”primary” margin_top=”3″ margin_bottom=””][/vc_column][/vc_row]

Bu yazıyı paylaş:
Facebook
Twitter
LinkedIn
Kaya Boztepe

Kaya Boztepe

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir